Akıl yürütmenin, sorgulamanın, sora sora sonuca varmanın karşılığı gelip 'paradokslara' kilitlenir.
Çatışkı, çelişki, karşıtlık, karşı düşünce-düşünüş anlamlarına gelebilen paradokslar yaşamın, zamanın, toplumun, ideolojinin, siyasetin ve en önemlisi bilimin referans anlarıdır.
Hem siyasal alanımızda, hem ekonomik alanımızda ve hem de toplumsal alanımızdaki en büyük paradokslardan birisi, 'kırsalın çözülmesi ve kente hızla akmasıdır'.
1950'de değişen siyaset ideolojisi ile korumacı-sanayileşmeci ekonomik anlayıştan ithal ikameci-sermaye birikimci-dışa açılan bir ekonomik anlayışa evrilen Türkiye'ye biçilen rol, 'tarım ülkesi' olma rolü idi. Tarımsal tarihimize 'Traktör yılları' diye kayıtlanabilecek olan bu dönem, aslında, birçok paradoksunda çağırıcısı oldu. Daha yeni yeni (kendi adıma) çözmeye başladığımız bu paradoksların 'ince ince planlanmış' bir dış raporlama olduğunu ifade etmek durumundayım.
Bu dönemin en önemli paradoksu; 'Tarımdaki gelişme- Kırsal'daki çözülme'dir.
Evet: Başta Traktör olmak üzere mekanizasyonun tarıma girmesi; verimlilikte, üretimde, kullanılan arazi miktarında, gelirlerde, ihracatta önemli artışlar sağladı. Bu dönem, tarımın uçuşa geçtiği bir dönem oldu. İlk defa tarımda sermaye birikmeye, biriktirilmeye başlandı.
5-9 arasındaki insanın işini yapmaya başlayan Traktörler olunca ve bu mekanizasyon imkanı büyük üreticilerin eline geçince, hem aktif kırsal işgücü, hem de pasif-gizli işgücü kelimenin tam anlamıyla 'açığa düştü'. Buna o zamanın etkin yapısı olan ortakçılık-yarıcılık-marabalıkta eklenince kentlere doğru hızlı bir akım başladı.
Yani ilk aşama da, 'tarım gelişerek çözüldü'.
Peki, çözülen bu vasıfsız, eğitimsiz, kırsala bağımlı nüfus göç ettiği şehirde ne yapacaktı?
Önce barakalaşma, sonra gecekondulaşma, sonra yerleşme, sonra mahalleleşme-varoşlaşma süreçlerini yaşadı.
Kendi dayanışma, direnme, gelenekselliği koruma, çileciliği kabullenme, akrabalık-hemşehricilik bağları oluşturma yapıları içinde bu durumu sindirmeye çalıştı.
Direndi. Tutundu. Kendi mahallerini kurdu.
Ankara'da Kaleiçi, Altındağ; İstanbul'da Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa gibi.
Ve bir zaman sonra kendi çıkarları doğrultusunda söylem geliştiren partilere doğru-ideolojik olmasa bile-siyasi tercihlerini kullanmaya başladı.
1973 seçimlerinde CHP hemen hemen bütün büyük şehirlerin Belediye Başkanlıklarını kazandı.
Kentsel düzeydeki eşitsizliklere işaret eden, sosyal adalet isteyen ve özellikle kadınlar, gençler ve çocuklar üzerinde etkileşim yaratan sol söylemler; 'kentsel solculuk' olarak tanımlandı.
1970'lerde başlayan bu hareketlenme-dönüşüm, kent kırsalının talepleri, belediyelerin sol anlayış ile yönetimi, malum olduğu üzere 1980 sonrasında, neoliberal yaklaşım ile akamete uğradı.
Daha sonra, kentsel yönetimdeki anlayış; (eğitim, kültür, konut, ulaşım, istihdam gibi) 'refahçı ve korumacı ' anlayıştan koparak neoliberal mantığa evrildi. Yani sistem kentlerde, sermayenin yeniden üretimine dayanan kent işletmeciliği ve girişimciliği yaklaşımını tercih etmeye başladı.
Tam da bu noktada başka bir paradoks, bir kez daha karşımıza çıktı.
Sermaye ne yaparsa yapsın, kent bir kez daha ekonomik, kültürel, eğitim, konut, erişebilirlik, uzlaşım, refah gibi öğelerini sermayenin görselliğine tercih etmeye başlıyordu.
31 Mart seçimlerinde sanki 'kentsel solculuk' yeniden piyasa yapmış oldu.
Yine, sanki 1973 tekrarlandı.
El değiştiren büyük kent belediyelerinin öncelikli projeleri –yine- 'tarım ve kırsala' yönelikti.
Fakat bu defa daha kapsayıcı görünüyordu.
6360 Sayılı Büyükşehir yasası köyleri de kapsama alma imkanı sağlamıştı (bu da başka bir paradoks).
Ez cümle; sanki bir kez daha, tarım ekonomiyi, ekonomi kırsal davranışı, kırsal davranış siyaseti belirledi.
Sanki sıra, 'sosyoliberal' siyaset stratejisinde.
Siz isterseniz 'kırsal solculuk' da diyebilirsiniz.
Ya da 'merkez düşünüş'.
Not: Bir önceki yazımdaki 'Tarım Sepeti' kavramının herhangi bir şirket, kurum ya da program ile ilişkisi yoktur. Sürekli kullandığım planlamaya ait bütünleyici bir kavramdır.