Bir haftalık yolculuk sürecinde Samsun, Ankara, Eskişehir, Bursa güzergahında yol boyunca cennet vatanın güzelliklerini ve zenginliklerini düşündüm. Her adımında bir tarih, her karışında bereket fışkırıyor. Üzülmemek elde değil, ne tarihin kıymetini bilebilmişiz, ne de münbit verimli topraklarından yararlanabilmişiz. Yol boyunca pek çok hayvancılık işletmesi ya kapanmış, ya da iptidai şartlarda ayakta durma kavgası veriyor. Sıksan tohum fışkıracak topraklarımız hala atadan, dededen görme şartlarda ayakta durmaya ve üretim yapılmaya çalışılıyor. Tarımda sorumlu ve yetkili bürokratlarımızın büyük çoğunluğu, Konya kadar yüzölçümü olmayan ülkeleri kürsülerden ballandıra ballandıra anlatırken, bölgesel potansiyeli, Balkanlardan Ortadoğu'ya, Karadeniz'in Kırım sınırlarından Kafkaslara, Orta Asya'dan Afrika'ya uzanan geniş interlandı ile ülkemizin potansiyeli ve kaynaklarının farkında olmadıklarını ortaya koyuyorlar.
Dünyada tarımda gelişmiş ülkelere baktığımızda tarımla uğraşan nüfusun %10'ların altında olduğunu görüyoruz. Ülkemizde yıllarca kırsal nüfus %30-35'lerde seyrederken son yıllarda aşırı göçler ve Büyükşehir yasası ile 30'u aşkın büyük ilimizde köylerin mahalleye dönüştürülmesi ve kırsal nüfusun mahalleli, yani şehirli sayılmasıyla kırsal nüfusumuz %10'lara yaklaşmış görülüyor. Burada yanlış olan ülkemizde halen % 20-25 nüfusun köyde yaşıyor olması, şehirde yaşayan en az %30'luk bir kesiminde doğrudan veya dolaylı kırsal faaliyetlerle diyaloğunun devam etmesidir. Köyde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunun 60 yaş üzeri veya 15 yaş altı nüfus olması da ayrı bir handikaptır. Ülkemizde 20-50 yaş arası tarımla uğraşan, tarımı ve çiftçiliği meslek edinen nüfus maalesef %2-3'lerde seyretmektedir. Bunlarında önemli bir bölümü mecburiyetten bu işle meşgul olmaktadır.
Orta Asya'dan günümüze Türk milletinin tarımla diyaloğu ve bağı hiç kopmamış, Anadolu'ya yerleşildikten sonra yüzyıllardır yerleşik yaşam ve kırsal yaşam bir yaşam şeklimiz haline gelmiştir. Bugün ülkemizin en az %50-60'ının doğrudan veya dolaylı kırsal kesimle diyaloğu kopmamış ve devam etmektedir. Köylülük çoğumuzun genlerinde bir yaşam şekli olarak yer etmiştir. Tarımda Dünya ile rekabet edebilmek ve hitabet ettiği büyük interlanda etkili olabilmek için yapılması gereken öncelikle köylülükle çiftçiliği birbirinden ayırmaktır. Köyde veya kırsal alanda yaşam bir yaşam şeklidir ve geliştirilerek desteklenmelidir. Ancak çiftçilik profesyonel bir iş, bir meslektir. Tarım alanlarımız tanımlanmalı, üretim planlamamız yapılmalı ve üretim sertifikalı profesyonel çiftçiler vasıtasıyla, profesyonel işletmecilik anlayışı ile yapılmalıdır. İşletme üretim deseninden, işletme büyüklüklerine kadar hepsi planlı ve tanımlı olmalıdır. Dünya'yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur, tarımda ileri giden ülkeler çözümü böyle üretmişlerdir. Amerika'da uçsuz bucaksız tarım işletmeleri, kapasiteleri 100 bin ile 500 bin arasında değişen süt ve besi işletmeleri bu amaçla gelişmiştir, Hollanda, Fransa, İsrail benzer örneklerle doludur.
Türk tarımının problemleri çok fazla, ancak çözülemeyecek problemler değildir. Öncelikle profesyonel tarım ve tarım işletmeciliğinden başlanmalıdır, bunu miras yasası ve diğer çözümlerle desteklemek mümkündür. Yıllardır kırsal kesimde yaşayan tüm nüfusu tarımla uğraşan nüfus olarak tanımladık ve tarımla uğraşan nüfusu %10'un altına çekmeliyiz diye kürsülerden nutuklar attık. Bilgi ve sanayi çağında söylem doğru, hatta tarımla uğraşan nüfusu %5-6'lara çekmeliyiz, ancak bu nüfus tarımı meslek edinen, çiftçiliği profesyonel iş olarak benimseyen 20-50 yaş arası nüfus olmalıdır. Tarımda köklü değişim ve Dünya ile rekabet edecek isek öncelikle işe bu anlayış ve uygulama ile başlamalıyız. Elbette kırsak yaşam devam etmeli, hatta şehirde yaşayan insanların kırsal yaşamla bağını güçlendirmeli, köylülüğü ve köyde yaşamı, yüksünülen değil özenilen yaşam şekline dönüştürmeliyiz. Elli yaşını aşan insanlarımızın büyük çoğunluğunun toprağa, doğaya, kısaca kırsal yaşama özlemi inkar edilemez. Bu yaşam şekli profesyonel tarımın asla bir alternatifi değildir ve olmamalıdır.