Millet İttifakı'nda CHP'ye bırakılan İzmir Belediye Başkanlığına, 12 Eylül döneminin savcılarından Nurettin Soyer'in oğlu Tunç Soyer aday gösterildi.

Ülkücü camiada karşı çıkanlar olması üzerine, İYİ Parti'den gerek Genel Başkan Meral Akşener ve gerekse yardımcısı Müsavat Dervişoğlu, Soyer'e destek vereceklerini açıkladılar.

Akşener demişti ki: "Biz ilkeler üzerinden ittifak yaptık... Evladın işlediği suçtan babanın; babanın işlediği suçtan oğulun sorumlu tutulamayacağı bizzat o dönem Alparslan Türkeş tarafından dile getirilmiştir... Benim için Tunç Soyer in adaylığının bir mahsuru yoktur. Şahsen benim karşı duruş, dayatmanın tarafı olmadığımı söylüyorum... İş birliği yapılmış her yerde oy verilmesi için tarafımızdan yönlendirme yapılacak."

Dervişoğlu ise Tunç Soyer'in adaylığından "ASLA" rahatsız olmayacağını belirttikten sonra sözü rahmetli Türkeş'e getirerek, "Türkeş o davada ne dedi biliyor musun? 'Ne evladının suçu babaya, ne de babanın suçu evladı yüklenir.' Bu sözü söylemiş olan o davanın sanığı Türkeş'tir. Ben şimdi nasıl çıkıp da babasından ötürü oğlunu suçlarım veya sorumlu tutarım?" demişti.

Akşener ve Dervişoğlu'nun açıklamaları ülkücü camiayı bağlar mı? Derseniz...

Zaten parti olarak ülkücü kimliği kabul etmediklerinden, sözleri ülkücüleri bağlamaz.

Ancak Tunç Soyer isminin -soyadından dolayı- olumsuz rüzgarlar estireceği gerçeğini de değiştirmez.

Gelelim, olayın tarih ve sosyal psikoloji açılarından ülkücü camiayı ilgilendiren kısımlarına..

Madde 1. 12 Eylül döneminde, Nurettin Soyer'in başsavcılığı sırasında ülkücülere yapılan, insanlık onurunu paramparça eden işkencelere...

Unutulmadı; unutulmayacaklar, unutturulmayacaklar...

Yapılanları burada zikretmekten utanırım...

Ama bu camia, bunları yaşadı... Yaşayanların bir kısmı hala hayatta... İşkencelerin izlerini taşıyorlar..

Madde 2. Türkeş Bey demiş ki: "Ne evladının suçu babaya, ne de babanın suçu evladı yüklenir."

Bu ifadenin konu kapsamında gündeme getirilmesi tipik bir "eristik diyalektik"tir.

Yani ki, "ne pahasına ve nasıl olursa olsun; tartışmayı lehine çevirmek"tir.

Hadi şimdi, Türkeş Bey'in o sözlerini yorumlayalım.

Hatırlayınız: Türkeş Bey bir konuşmasında Nazım Hikmet'ten bir iki dize okumuştu da bazıları, kendisini göklere çıkarmıştı.

Ozan Arif'e sormuştum: "Nedir bu iş."

Ozan cevaplamıştı: "Aynı soruyu ben de Başbuğ'a sordum. Kendisinin bana cevabı, 'Oğlum bilmez misin; yılan panzehiri yılanın kendi zehrinden yapılır."

İfadenin sıkıyönetim mahkemelerinde kullanılmış olması ise, sadece hukuki anlam taşıdığının göstergesidir. Ahlaki sorumluluğu dışlamaz.

Zaten, ahlaki kurallar göz önünde tutulacak olsa idi... Ülkücülerin 12 Eylül mahkemelerinde yargılanmaları değil; madalya ile taltifleri gerekirdi.

Türkeş Bey'in mahkemede belirttiği husus, "suç ve cezanın ferdiliği ve yasallığı" ilkesine atıftır. Maddi delil olmadan, suçun ispat edilemeyeceğini vurgulamaktan ibarettir.

Rahmetli Başbuğ, o ifadesi ile, "organize suç" ithamını çürütmüş; suçlamaları bireysel hala indirgemiştir ki, bu bile -yoğun hukuki ihlallerin yaşandığı- sıkıyönetim mahkemelerinde büyük başarıdır.

Gerçek hayatta ise baba-oğul arasında maddi-manevi bağ ve sorumluluk vardır.

En basitinden bir soru...

Tunç Soyer, babasına (maddi anlamda) reddi miras etmiş midir? "Babamın yaptıklarını tasvip etmiyorum" demiş midir? Yoksa Fethullah'a ilk cezayı babam verdi diye öğünmüş müdür?

Efendim; duyamadım!

...

Türkeş Bey'in evlatlarından sorumlu olması meselesine gelince...

Doğrudur: Hukuki anlamda sorumlu tutulamaz ama...

Tuğrul'u kendisi yetiştirdi ve genel merkeze yerleştirdi ise...

O Tuğrul, sonuç olarak, Tansu Çiller'in otobüs kapısında teşrifatçılık yaptı ise...

Hukuken, "Evet, Başbuğ Türkeş sorumlu değildir."

Ama…

Yol oğlu-bel oğlu ayrımını da göz önünde tutarak; elleri vicdanlara koyup, Allah adına söyleyelim.

Etik açıdan hiç mi sorumluluğu yok!

...

Gelelim sonuca...

Millet İttifakı'na adayları hayırlı olsun...

Tunç Soyer de...

İki sefer CHP'den Seferihisar belediye başkanı olmuş. Vatandaşımız oy verdiğine göre mesele yok…

Ama bu defa CHP'nin değil; Millet İttifakı'nın adayı olduğuna göre... İYİ Partililerden de oy isteyecek. Üstelik iki adaylı seçim olacağına göre... Almak zorunda…

İzmir'deki Ülkücüler oy verir mi? Yoksa bir kısmı dönüp, AKP'li adaya oy verir mi?

Dahası...

Samsun'da, Hayati Tekin'e veya Cemil Deveci'ye oy verebilecek ülkücü seçmenler etkilenir mi?

Karar veremedim...

Sizce?..