Mevsim bitimine doğru, peş peşe mutluluk karelerinin birinden diğerine koşuyoruz. İnsan hayatında unutulmayan bir dönemeç, düğünler; hayatın geri kalanında sevinç ve tasayı paylaşma kararı...
Bize düşen de kutsallığı tartışılmayan ve “Bismillah!” ile başlanan seyahatin sevincine tanık olmak, lezzetini paylaşmaktı.
Çocuklarının mürüvvetini kutlayanların “Üzerimizdeki bir görevi daha yerine getiriyorum.” duygusu, henüz güzelliğini tatmasak da bambaşka herhalde. Bu törenlerin diğer anlamı da, bir neslin görevi arkadan gelenlere teslimi değil mi?
Geçtiğimiz günlerde Artvinli dostlarımızın mutlu günlerindeydik.
Damat ve gelin öğretmen; yörenin tescilli mesleği…
Farklı bir muhabbetim var bu insanlarımıza karşı.
İnsanî ve sıcak ilişkileri çok yönlü, bir de folklorik tarzları var ki…
Düğün ve benzeri toplantılarda geçmişi unutmadıklarını açıkça sergiliyorlar. O akşam yeni çiftlerin masumiyeti ve heyecanı, yaşam sürecindeki planlı programın doğal değişimiydi. Gözlerdeki parıltı ve koşturmacaları insanı ister istemez tatlı düşüncelere sürüklüyor.
Malum; aynı yollardan geçtik… Hayaller, planlar, umutlar…
Çevrenin beklentileri, üstlenilen sorumluluklar…
Birbirinin ayağına basma yarışındaki gençlere eyvallah; peki, büyüklerin yaşadıkları?
Anne ve babanın emeğiyle yakalanan mutluluk farklı olsa gerek.
Gençlerin salona el ele, “Bu eller ömür boyu birbirinden ayrılmayacak!” girişleri anlamlı.
Evlilik, yaşam sürecinde önemli aşama.
Aslında bu birliktelikle çocuklarımız, en değerli sermayemiz değil mi?
Toprağa dikilen fidanın yıllar sonra meyvesiyle geriye dönüşü gibi.
Büyütmek, okutmak, evlendirmek… O kadar kolay mı?
Kimlerin hakkı yok ki üzerlerinde...
Mutlu yuva kurup kabuğuna çekilmek mi amaç?
Bundan sonrasını asıl anlamlı kılan, toplumdan alınanları iade etme bilincini diri tutabilmek…