Sanatçı olmak zordur. Zira gerçek bir sanatçı, değnekle güdülemez. Fikirleri ve fikirlerini ifade ediş tarzı birçoklarına aykırı gelir. Yadırganır. Özgür ruhu nedeniyle her dönem muhaliftir. Haliyle muktedirlerle çatışır. Düşünceleri ve sanatı nedeniyle bedel öder. Ailesinden, memleketinden, hürriyetinden mahrum edilir. Sevenleri, hayranları vardır; ama son tahlilde yalnızdır. Bu nedenle gerçek sanatçıların ruhları yaralı, hisleri buruk, kalpleri kırık olur.
Sanatçının hangi siyasi fikirlere sahip olduğu da pek fark etmiyor... Misal, dün devrimci şair Nazım Hikmet ne yaşamışsa, hafta içi sonsuzluğa uğurladığımız ülkücü sanatçı Ozan Arif de benzer acılar çekerek ömrünü geçirdi. İkisi de düşünceleri nedeniyle yargıya hesap vererek, sürgün hayatı yaşayarak, iktidarı elinde tutanlarla kavga ederek ömrü boyunca mücadele etti.
Gariptir ki dünya hayatında gün yüzü göremeyen sanatçıların değerleri genellikle öldükten sonra anlaşılır. İktidar sahipleri için bir tehlike olma ihtimalleri kalmayınca ona herkes sahip çıkmaya başlar. Daha düne kadar sanatçıya ve sanatına cüzamlı gibi davrananlar öldükten sonra methiye düzerler. Hatta geçmişte "sözde aydın, vatan haini, sapık fikirli" diye hakaretler yağdırdıkları o sanatçının eserlerinden alıntılar yaparak kendi yandaşıymış gibi göstermekten çekinmezler. Ne de olsa Rahmetlinin mezarından kalkıp ona ayar vermesi ihtimali yoktur!
Ozan Arif, hayatının hiçbir döneminde virgül kadar eğilmeden, vefatına kadar sanatıyla ışıklar saçarak ve arkasında ölümsüz eserler bırakarak onurlu bir ömür sürdü. 12 Eylülün sillesini yiyen Türk Milliyetçilerinin yaşadığı derin acıları dile getiren dizeleriyle bir dönemin bayraktarı oldu. Zorunlu gurbet yıllarında, ülkücülüğün yorgun bir nesilden genç kuşağa aktarılmasında sazıyla, sözüyle köprü görevi üstlendi. Sonraki dönemde, Türk Milliyetçiliğinin onurunu ve duruşunu muhafaza etmek için kendi doğrularını en üst perdeden, lafını hiç esirgemeden sanatıyla ifade etmekten geri durmadı.
Cenazesine on binler katıldı. Ardından milyonlar hüzünlendi. İhtimal ki dizelerinden bir bölümü nesiller boyunca ülkücü hareketin kendisini ifade etmesi için gelecekte de söylenip duracak. Belki, ilerleyen yıllarda yaşadığı dönemdekinden çok daha tanınmış bir isim haline gelecek. Lakin, onun sanatçı duruşu ve fikirlerinin sadece belli bir kesiti bilinecek. Çünkü, yıllar sonra geleceğin muktedirleri, konuşurken fikirlerinden ve duruşundan hiç bahsetmeden onun söz sanatını kendi belagatlerine sos olarak kullanacaklar.
Arif Nihat Asya'nın, Mehmet Akif'in ve Atsız Ata'nın vefatından sonra sanatlarından, felsefelerinden pek bahsedilmeden, popüler siyaset kültürüne malzeme edilmeleri misali... Ozan Arif'in bazı eserleri, ömrü boyunca mücadele verdiği baskıcı, kaypak ve dönek siyaset adamlarının gelecekteki versiyonları tarafından kullanılacak.
"Arif der ki Ya Rab Müslüman Türk'üm./ Bu düzen tartmıyor çok ağır yüküm./Türk'ün ve İslam'ın yeniden hüküm/Süreceği bayramlara eriştir." dizeleri mitinglerde, televizyon konuşmalarında ballandırılarak okunacak.
Ama aynı şiirinde, "Ben desem devletin gücüne gider,/Bunlar ne av yapar ne koyun güder,/
Hepimizi başta gerçek bir lider/Göreceği bayramlara eriştir." dediğini pek az kişi bilecek.
Bir başka şiirinde geçen "Arif'im yıkılmış şehir gibiyim/Tadım yok tuzum yok zehir gibiyim./Yatağına küskün nehir gibiyim./Akıyorum ama sen gel bana sor." dizelerinin seslendireni çok olacak.
Ama bir başka dörtlükte yer alan "Çünkü iktidarda bütün varımı/Yitirdim siyasi itibarımı
/Söylenen sözlere kulaklarımı/Tıkıyorum ama sen gel bana sor." ifadelerinin alıcısı pek bulunmayacak.
Gelecekte milliyetçi muhafazakar geçinen siyaset erbabı, "Birbirine düşman zengin ile fakir,/Birinde hamd eksik, birinde şükür,/Hepinizde ayrı değişik fikir,/Birlikte üç adim yürüyor muyuz?" dizelerini diline pelesenk edecek.
Ama Allah ömür verirse göreceğiz, hiçbirisinin işine şu dizeleri okumak gelmeyecek: "İslamın şartı beş, İmanın altı,/Diyerek işleriz her türlü haltı./Aklımıza gelmez toprağın altı./Emaneti sağlam koruyor muyuz?"
"Siz sormayın bana aşkı/Ben bu yurdun aşığıyım./Kalleş dosttan gözüm yıldı./Düşman merdin aşığıyım." dizelerini okurken alkış alırsınız ama Ozan Arif'in " Devletin malı sizin./Kaymağı balı sizin./Küpünüz dolu sizin./Boş benim testim babo..." dediğini hiçbir muktedir anımsamak bile istemeyecek.
Ülkücüler, gelecekte onu " Arif dönmüş bir bülbüle/O aşıktır bağda güle/Ülkücülük dertse bile/Ben bu derdin aşığıyım" dizeleriyle anacaklar.
Türk Milliyetçilerinin 12 Eylülde çektiği acıları hatırlamak için "Nişanlımın demek kesildi sözü/Ne yapalım ana bu imiş yazı/Otuz yıl bekler mi hiç elin kızı?/Kız tarafı haklı derim ana." satırları çokça hatırlanacak.
Veyahut, onun zorlu gurbet yıllarından bahsettiği "El gibi sıraya katışamadım,/Evlat oldum elden tutuşamadım,/Anam, babam öldü yetişemedim,/Köyüme çok uzak yolun Almanya" şiirini yürekler yanarak okunacak.
Ama bu duygusal satırlar kadar, her Türk Milliyetçisinin Ozan Arif'in "Biri dişli bir çarktır./Aynı millet aynı ırktır./Alevi Türk, Sünni Türk'tür./Çerkez Kürdün aşığıyım." dediğini aklından çıkartmaması lazım.
Bu da yetmez... Sanatçının görevinin bir parçasının milleti aydınlatmak olduğunu ifade ettiği dizeleri de Ülkü Ocaklarının duvarlarına asmak gerekir: "Ben Arif`im, baba bildim devleti./Benim işim uyandırmak milleti./Söylediğim bu destanın kıymeti,/Bugün bilinmezse, yarın bilinir."
Tabii bir de ülkücünün yerinin beylerin, paşaların değil doğrudan fakir fukaranın yanı olduğunu anlatan satırları da mıh gibi akılda tutmak var: "Arif; varken bey, paşa,/çeneni yorma boşa,/Parasız vatandaşa,/Rüzgar ile yel satılık."
Son söz: Hakiki Türk Milliyetçileri, içlerinden çıkarttıkları Ozan Arif misali münevverlerin fikirlerine ve duruşuna sahip çıkamazlarsa yıllar sonra onun mezarında kimlerin timsah göz yaşı döktüğünü görüp kahrolurlar.