Eyfel kulesine bakıyorum…
Bu demir yığınının neden fazla turist çektiğini düşünüyorum?
Bilincin, manevi gıdalarından biri de budur diyorum.
Tepesine doğru çıkıyorum.
***
Birden ışıklarının yanıp söndüğünü görüyorum.
Meğer her saat başı yanıp sönermiş…
Bu yüzden mi Paris'e, ışık kenti diyorlar acaba?
Bilmiyorum!
Sen nehrine doğru el ele tutuşup giden aşıkları görüyorum…
Paris'in kırmızı şarap rengini severek, bir aşk şehri olduğunu biliyorum.
Burada yaşamak, şairi bilici yaparken, şiirin olmadığı hayatta ilerleme olmaz diyorum.
***
Paris'e bakıyorum…
Güzel.
Hem de çok güzel…
Sen nehri ile…
Şanzelize caddesi ile…
Muhteşem simetriği ile…
Heykelleri, anıtları ile…
İki ayda gezmekle bitmez Louvre Müzesi ile…
Modanın ve aşkın şehri olması ile…
Harika!
Doğrusu bu kentte aşkı düşünmeden edemezsiniz!
Kendi aşkını, gelmiş geçmiş büyük aşkları…
Çünkü aşk geldi mi akıl gider!
Neden?
Aşk ateştir.
Akıl ise duman.
Peki akıl nereye gider?
Paris'e mi?
Yoksa sevdiğine mi?
Kalbinde yer edene mi?
Her daim gönlündekine mi?
Yoksa sevdiğinin ayak izlerine mi?
Sonuç, kalp aklın önüne geçti mi aşıksınız demektir.
Zira aşk, tam aşksa, kara sevdadır.
***
Paris'in en ünlü aşklarından biri Napolyon Bonapart ile Josephine'nin aşkıdır.
Diğeri de Heloise ile Abelard'ın aşkı.
Mektupları edebiyat tarihine çok şey kazandırdığı söylenir.
***
Ya diğer ünlü aşklar?
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı…
Krişna ile Radha, Romeo ile Juliet…
Nazım ile Vera, Sönmez Köksal ile Filiz Akın.(…)
Vesaire…
***
Hepsi de insanları etkilemiş aşklardır.
Bu aşklarda müthiş bir içtenlik, tutku ve bağlılık vardır.
Sanatçılar bu aşklardan çok etkilenmişlerdir.
Bu etkilenme, sanatsal ürünlerin otaya çıkmasına katkısı olmuştur…
***
Evet, Şimdi Eyfel kulesinden bakıyorum.
Bu demir yığınının neden fazla turist çektiğini düşünüyorum.
Bilincin, manevi gıdalarından biri de budur diyorum.
Tepesinden sesleniyorum:
-Ey aşk sen nelere kadirsin?