Bazı durumlar vardır ki, yok olduğunu sandığınız değerler küllerinden yeniden doğar.
Hatta 'yeniden üretim' sürecinde, daha güçlü ve daha kalıcı olarak doğar.
Bazen de, sizin yok etme çabanız, gelir, var etme ile sonuçlanır.
Tarım sektöründe yaşadığımız süreç işte böyle bir döneme işaret ediyor.
Neoliberalizm'in ve küreselleşmenin yakıcı taraftarları bile artık günah çıkarma peşinde.
Klasik ekonomistlerden, konvansiyonel tarıma burun kıvıranlara varıncaya kadar geniş bir yelpazede insanlar, 'gıda-beslenme-ekonomi' kıskacında, 'eyvah yandık anam' serzenişinde.
Politik karar vericiler ise marketlere dolaylı emirler ile 'Patlıcan, Biber satmayın' talimatı ile çözüm üretme zannı içinde.
Aslında, politik arenada değişen pek bir şey yok.
Eğer 'bakıp kalanları' saymazsak.
'Üreteni suçlu, üretileni cezalı' mantığı devam ediyor.
Kriz olur, cezası çiftçiye;
Sel olur, fırtına olur, hortum olur, dolu olur cezası çiftçiye;
Asfalt olur, yol olur, köprü olur, otel olur cezası çiftçiye;
Bol olur cezası çiftçiye; az olur cezası çiftçiye;
Yaz olur, buz olur, haz olur cezası çiftçiye.
Ürün hastalıklı olur, çürük olur cezası hem ürüne hem çiftçiye;
Yolda donar, fire verir cezası hem ürüne hem çiftçiye;
Çamur olur, yarım olur, yamuk olur cezası hem ürüne hem çiftçiye.
Şimdi sıra tek başına ürüne geldi.
Ürün pahalı olur cezası ürüne!
Hani diyebilirsiniz: iyi de kardeşim; çiftçinin odası var, birliği var, kooperatifi var, derneği var, var oğlu var, ama ortada ses veren kimse yok, -en hafifinden- bize ne diye!
Kendinizce haklı olabilirsiniz. Zaten neoliberal mantık da yıllardır bunu demiyor mu?
Demek ki çözüm bu değil.
O halde ne?
Verilecek çok fazla yanıt var. Yeri ve zamanı geldikçe yazıp söyleyeceğiz.
Şimdi, eğer geldiğimiz yer, 'ürünü cezalı' hale getirmişse;
Artık piyasada aktörler, yani üreticiler ve tüketiciler ortak şikayet noktasında buluşmuş ise;
Piyasa, ekonomik yorum-analize göre 'yokluk' girdabına girmiş ise, yani olsa bile yok durumunda ise;
Yapılacak şey, piyasaya kalıcı, etkin, güvenilir, deneyimli, güçlü 'regülasyon/ düzenleyici-denetleyici-dengeleyici' bir kurum entegre etmektir.
Kamu İktisadi Teşekkülü statüsünde piyasada var olan, mevcut duruma göre kapsam ve görev darlığı sorunu olduğunu düşündüğüm, Et Süt Kurumu (ESK) ve Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ile daha çok tarımsal girdi odaklı faaliyet gösteren Tarım İşletmeleri Genel Müdürlükleri (TİGEM), tek bir çatı altında toplanarak, 'TÜRKİYE TARIMSAL ÜRÜNLER DÜZENLEME KURULU' kurulmalıdır.
Kurul, üreticinin-çiftçinin korunması, tüketiciye güvenli ve istikrarlı bir şekilde gıdaya erişim hakkı sağlanması; piyasa mekanizmalarının birbirini 'ezici-yıkıcı-kırıcı-bozucu' etkilerinin ortadan kaldırılması için kamusal hakemlik rolü ve ödeme ajansı işlevi görmelidir. Kurumun statüsü tam özerk olmalıdır.
Tarımın, sektörel olarak küllenmeden, hatta küllerinden yeniden doğabilmesi için yapılması gereken kısa vadeli çözüm budur.
Aklım da bilgim de bunu diyor.