n
n n Dünya nimetlerine gözünüzü açtınız mı bir kere, bir daha kapatamazsınız. Boş bir maddecilik, hedef zannettiğiniz elinizin kaşıntısı başlar. Akabinde, parayı çiğneyen insanların yüz seksen derecelik dönüşlerini aklınız almaz. Onların ya deli olduklarını düşünürsüzün ya da çaresizlikten böyle yollara başvurduklarını sanırsınız. Belki de onlara sormak lazım “Nasıl oluyor da bu kadar gözü kara davranabiliyorsunuz?” diye. Hani fıkrada vardır ya, deliye sorarlar içeride kaç kişisiniz diye, o da bir soruyla yanıtlar: “Siz dışarıda kaç kişisiniz?” İş gelir buna dayanır onların mantığına. Parayı ayaklarının altına paspas eden, ani bir kararla parasız veya daha az parayla yaşayacağı bir hayata yürüyebilecek cüreti gösteren biri, kendi bulunduğu yerden ancak böyle bir karşılık verebilir size.
n n Geçenlerde, ilginç bir arkadaşımın, “Face Book”ta paylaştığı bir fotoğraf gözüme ilişti. “İşte buuuuuuu.” diye bastım çığlığı. Bir yerli arkadaş, hani şu rengi bize inat çikolata olan, boynunda bir takıdan başka sermayesi bulunmayan, gerçek modernistlerden biri, üzerinde avdet yerini örtecek başka kıyafeti olmadığı için çakmak taşımıyor belki de(!); almış eline bir çubuk, sıkıştırmış avuçlarının arasına, dayamış yerdeki bir tomar kağıt paranın üzerine ateş yakmaya çalışıyor. Bu dünyada benim gibi paranın kurduğu saltanattan bunalıma girmişlere bir anıt diksen, bu abinin beş metre boyunda heykeli olmalı. Ama aynı pozu kullanmak lazım. Günümüzün tek tük kalan bilgeleri; kitapları milyarlarca sözcükle doldursun isterse. Bundan daha güzel anlatılamaz parayı çiğnemenin erdemlerin en büyüğü olduğu. Tabi bu pozun şaka olma ihtimali de bir hayli yüksek. Öyle de olsa fark etmez, bu sorunu da zamana bırakmak lazım. Böyle bir anıt dikilse, yüzlerce yıl sonra kim hatırlayacak, kim araştırma gereği duyacak, onun gerçek mi yoksa şaka mı olduğunu. Maşallahımız var, bütün bilgileri “Google” dan alıyoruz zaten.
n n Biz burada şakasını yapalım duralım; dünyanın dört bir yanında, para ve onun elde edeceği şeyleri hedefi zannettiği için, bu sabun köpüğü hedeflere ulaştıktan sonra ruhunu derin bir vadiden aşağı bırakıp yok olan insanlar var. Sağolsun ürünlerini satma hırsıyla insanların kafalarını bulandıran reklamlar yok mu? Onlar dozunu artırdıkça, böyle krizlerin içine düşen insanların sayısı da bir hayli arttı. Milyonlarca insanın açlıktan öldüğü dünyada rüya gibi bir bolluğun içinde yaşayıp hala “Ben neden mutsuzum?” diyen insanları gördükçe içim cız ediyor. Belki de haksız bir önyargıyla “Düşündüklerimi anlayamayacak.” diye susuveriyorum karşılarında. Bir yandan da zihnimden, içinde bulundukları durumu onlara açıklamaya çalışma planları yapıyorum. Mesela diyorum, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi pramidinden başlayıp, IQ’dan devam edip Spiritüel zekaya kadar dayandırıp gerçek dünyadan, insanların iç evreninden bahsedeyim… Bu binlerce yılı alır diye vazgeçiyorum. Hele de karşımdaki, kendi varlığının bile farkında değilse… Yapılacak çok fazla bir şey yok. Ne yazık ki en çok da; doğrudan paranın bizzat kendisini hedef edinmiş, boğazına kadar paraya batmış, onun içinde yüzenler ondan kopmak istemiyorlar. Yakınlarda bu durumdan mustarip bir arkadaşıma “Birkaç gün tatile git, sadece kendinle. Cep telefonunu kapat, yanına hiçbir teknolojik donanım alma. Düşün bakalım, gerçekten kimsin? Ruhunla iletişime geç, senden ne istiyor?” diye tavsiyede bulunacak oldum. Hemen cevabımı aldım. “Sen bu kurduğum düzenin beş gün bensiz ne hale geleceğini biliyor musun?” Bir daha da insanlara böyle tavsiyelerde bulunma cüreti gösterebileceğimi sanmıyorum.
n n İnsanın maddi refah içinde olmasının tabi ki bir sakıncası yok. Esas kırılma noktası onun esiri haline gelmek. İşte o noktada ruhsal yıpranma ve hatta tükenme başlıyor. İşin kendisiyle çelişkili bir boyutu da maddi refaha ulaşmak için bile paraya sırt çevirme gerekliliği. Zira, amacı sadece daha fazla para kazanmak, satın alma gücünü artırmak olan birinin başarılı olduğunu da görmedim hiç.
n n Geride kalan güzel bir şarkının dediği gibi; varlığı dert. Yokluğunu hiç sormayın zaten…
n n ULTREYA…
n