Evlatlarını vatani görevlerine davul-zurna ile düğün yapar gibi uğurlayan ailelerin coşkusunu çok görmeyin!..
Başkalarını rahatsız etmiyorsa, varın sizler de ortak olun bu sevinçlere...
Kolay mı?..
Şehit olmak da var, gazi olmak da...
Asker uğurlamalarında, Taşkınlık gibi gelen davranış biçiminin temelinde bunu baştan kabul etmek vardır...
Allah, kimseye evlat acısı göstermesin!..
Vatan, Türk genci için namustur...
Sonucu ne olursa olsun, bu namusu korumak, boynumuzun borcudur...
Bugünkü öykümüzün kahramanı Kınalı Alinin annesi ve babası, bu hasleti en içten bir biçimde tanımlamaktadır...

* * *
Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir
yandan da onlarla sohbet ediyor, Nerelisin? gibi sorular
soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası sararmış bir
delikanlıya takıldı. Yanına
çağırdı ve merakla sordu:
- Adın ne senin evladım, dedi.
- Ali, komutanım, dedi.
- Nerelisin?
- Tokatlıyım komutanım, Tokatın Zile kazasındanım...
- Peki evladım, bu kafanın hali ne? Saçlarının ortası neden kırmızı boyalı böyle?
-
Cepheye gelmeden önce anam saçıma kına yaktı komutanım. Neden yaktığını da bilmiyorum.
- Peki, dedi üsteğmen.
- Gidebilirsin Kınalı Ali...
O günden sonra Alinin adı Kınalı Ali oldu.
Cephede tüm arkadaşları Kınalı Ali demekle yetinmiyor,
saçındaki kınayı da alay konusu yapıyorlardı.
Kınalı Ali, arkadaşlarına karşı sevecen ve dürüst tutumu
sayesinde, kısa sürede hepsinin sevgisini kazandı.
Bir gün memleketine mektup göndermek için arkadaşlarından
yardım istedi:
- Anama, babama burada iyi olduğumu bildirmek istiyorum. Okumam yazmam yok. Biriniz yardım edebilir misiniz?
Bir değil, birçok arkadaşı yardıma geldi.
- Sen söyle, biz yazalım, dediler.
Kınalı Ali söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, diğeri de
söylenenlerin doğru yazılıp yazılmadığını denetliyordu.
Sevgili anacığım, babacığım,
Hasretle ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin.
Kız kardeşini, kendinden küçük erkek kardeşinin sağlığını ve
hatırını sorduktan sonra, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve
kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, Biz burada var oldukça bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir tümcesi ile bitiriyordu.
Tam zarf kapatılırken Ali, iki üç satır daha ekleteceğini söyleyerek, mektubun sonuna şunları yazdırdı:
Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama
burada komutanlarım da arkadaşlarım da benimle hep dalga
geçiyorlar. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah kardeşim Ahmete gelecek, onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burada onunla da dalga geçmesinler. Tekrar ellerinden öperim anacığım.
Geliboluda savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin
sonuç almak için tüm güçleriyle yükleniyorlardı.
Cephede savaşan askerlerimiz önceleri birer birer, sonraları
beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı. Gelen destek güçleri
de yeterli olmuyor, onların da sayıları giderek azalıyordu.
Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Alinin komutanı bu durum
karşısında çaresizdi. Kendi bölüğü henüz sıcak temasa hazır
değildi.
Genç erlerini, insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi
biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allaha dua ediyordu. Kınalı Ali ve arkadaşları düşünceli gördükleri komutanlarına giderek, kendilerini cepheye göndermesini
istediler. Askerlerinin ısrarları üzerine komutanları daha fazla
direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile bile bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Kınalı Ali ve arkadaşları sevinç çığlıkları atarak bile bile ölüme gidiyorlardı.
O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Alinin bölüğünden tek kişi geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Aliye anne ve babasından bir mektup geldi.
Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifade ile
okumaya başladı. Cepheye gitmeden önce arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna aile adına babası yanıt veriyordu:
Oğlum Ali,
Nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, parasının yarısını sana gönderiyoruz,
yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Fazla yorulmuyorum da. Sen sakın bizi düşünme.
Babası mektupta köydeki herkesten, akrabalarından haberler verdikten sonra Şimdi ananın sana diyeceği var diyerek sözü ona
bırakıyordu.
Mektubun bundan sonraki bölümü Kınalı Alinin anasının ağzından
yazılmıştı ve şöyle diyordu anası:
Oğlum Ali,
Yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle, seninle dalga geçmesinler. Bizde üç işe kına yakarlar:Birincisi, gelinlik kıza... Gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye... İkincisi, kurbanlık koça... Allaha kurban olsun diye... Üçüncüsü, askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye...
Gözlerinden öper, selam ederim. Allaha emanet olun.
Alinin mektubu okunurken ve çevresindeki herkes onu dinlerken
hıçkıra hıçkıra ağlıyordu...
(Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesindedir.)

* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Mutlu ve huzurlu günler dileğiyle..

Not: Askere giden gençlerin elleri kınalı görüntülerinin yayınlandığı bu günlerde, bu köşede daha önce çıkan yazıyı sizlerin hoşgörüsüne sığınarak tekrarlıyorum.