Covid-19 salgınıyla tüm dünya iki ayı aşkın süredir ayakta.
Her devlet bu krizden en az zararla çıkmanın savaşını veriyor.
Ne yazık ki her akşam skor tabelasına bakar gibi genel tabloyu seyrederken, ülkemizdeki veriler de günlük olarak kamuoyuyla paylaşılıyor.
Vaka sayısı, kayıplar, iyileşenler, yoğun bakımdakiler, entübe olan hastalar…
Entübe!!!
Bu arada ekranlarda birbirinden değerli akademisyenler.
Onlar sayesinde tıp terimlerine de aşina olmaya başladık.
Entübe, solunum cihazına bağlı, yani hayatı pamuk ipliğine bağlı hasta demek.
Fedakar sağlık çalışanlarımız, özellikle bu durumdaki hastaları hayata tutundurmaya çalışırken, tedaviye alınan hastaların çoğunluğu iyi bir takiple şifa buluyorlar.
Hastanede solunum cihazına takılı olanların tedavisi mümkün de, doğduğundan bugüne kadar entübe halinde ayakta gezinenler (!) problem. Bunların en güzel yaptıkları toplumda korku, panik ve kargaşa oluşturacak haberleri servis yapmak.
İşte bu süreçte de her zaman olduğu gibi yine yerlerini almışlar.
Koronayla mücadelede ilk günlere şöyle bir dönüyorum.
Samsun Araştırma Hastanesi'nde çekildiği iddiasıyla toplumda endişe yaratan bir resim. Zamanla baktık ki aynı resim ülkenin birçok hastanesinin adı kullanılarak da paylaşılıyor. Yine Samsun'da hastanede çekildiği iddia edilen ses kaydı, ki bu kayıtların gerçekle yakından uzaktan ilgisi olmadığı sonradan anlaşılmıştı.
Bizzat sağlık çalışanları bu tür gerçekle ilgisi olmayan paylaşımların mücadelelerine sekte vurduğunu ifade etse de, bu kafa öyle bir kafa ki bir yalanı ifşa olurken yenisini servis yapmaktan geri kalmıyor. Bu sefer de, 'Gidin de Derecik gibi mezarlıklarda kazılan yüzlerce mezar yerini görün!'
Topluma savaş açan, koronadan tehlikeli bu virüsler yapılan güzellikleri takdir etmelerini bırakın, gerçekleri çarpıtmaktan da geri kalmazlar.
Hava ambulansıyla İsveç'ten getirilen hastanın Bakan'ın akrabası olduğunu ekranlarda ısrarla söylediler. Sağlık Bakanı da herkesin görebileceği, işitebileceği, kayıt altına alabileceği ulusal kanalların canlı yayınında, bunların gözünün içine bakarak ve gülümseyerek 'Gelenler ne Konyalı, ne akrabam, kendilerini de tanımam.' diyerek yalanı söyleyenlerin yüzlerine adeta tükürdü.
Bunlar yüzüne tükürsen yağmur yağıyor derler ya öyle bir şey.
Sağlıkla ilgili tüm dünya savaşırken iki ayaklı virüslerin inatçı çabalarını gördükçe insanın 'Ey korona sen ne kadar masumsun' diyesi geliyor.
Canını riske atan sağlık emekçilerinin sayesinde Türkiye İtalya, İspanya, Fransa, Amerika gibi tabloları yaşamadı çok şükür. Ama o cephe bundan bile öyle rahatsız ki, yapılan açıklamalar ve rakamların gerçekçi olmadığını dillendirmekten geri kalmıyorlar.
İstanbul'da defin yapılan cenazelerin oranlarına kadar itirazlarını (ki bunun da açıklaması yapıldı) gündeme taşıdılar. Bu bakış açısına şehit cenazelerinde de bolca tanık olmuştuk.
Bir de enfekte sayısını, kaynağı doktor arkadaşından aldığı bilgiye göre (arkadaşı söylüyorsa onlara göre doğrudur ya) 40 milyonu aştığını ekranlarda açıklamaları ise hezeyandı. Buna bile arkadaşının 'Yuh bu kadarda atılmaz!' dercesine o zaman bu toplumsal bağışıklık anlamına gelir ki karantinaya da gerek kalmaz sözleriyle gem vuruldu.
Biz söylesek inanmazlar adamlar kendileri söylüyor, söylediklerine inanıyorlar.
Asıl bunların kendileri de yalan olduğunu biliyorlar da toplumu inandırmak dertleri.
Dünyanın dört bir köşesine yardım elini uzatan ülkemizle gurur duyuyoruz.
Kim ne derse desin dünya 'Türkiye nerelerde doğru yaptı?' konusunu tartışıyor.
İşte Dünya Sağlık Örgütü'nün Türkiye ile ilgili yaptığı açıklama gündeme düştü.
Tüm bu negatif bakış açılarına rağmen sağlık ordusu motivasyonunu bozmadan tıbbi deneyim ve uyguladıkları tedavi protokolünü dünya ile de paylaşıyor. Hastalara iyice ağırlaşmadan müdahale ettiklerini, akciğerlerdeki hasarı minimum düzeyde tuttuklarını onlardan öğreniyoruz. Acil servis deneyimleri Avrupa'ya göre fazla olduğundan işlerinde ehil olduklarını akademik kadrolardan öğreniyoruz.
Gelecekte çok konuşulacak sağlık ordumuza ne kadar teşekkür etsek azdır.
Yeni bir yaşam düzeninde uyarılara mutlak dikkat edilmesi gerektiği söylenirken virüsün bulaşma hızının azalma eğiliminin konuşulduğu, Ramazan Bayramında ise çifte bayramın konuşulduğu günlerdeyiz.
Çok şükür hastanedeki entübe hastalarımızın sayısı da azalıyor, yoğun bakım servislerinde gözle görülür bir rahatlama yaşanıyor.
Biraz da bardağın dolu tarafını görmek mücadeleye katkı sayılmaz mı?
Şu süreçte Bilim Kurulu'nun konumunu, sağlık sistemindeki gücü, Atatürk'ün güvendiği sağlık ordusundaki komutanların performansını, tedavilerde elde edilen başarıyı, dünya devi ülkelerin yerlerde süründüğü yoğun bakımdaki gücümüzü, genç beyinlerin kısa zamanda ürettiği yerli solunum cihazını, Silahlı Kuvvetlerimizin gecesini gündüzüne katarak ürettiği tıbbi malzeme ihtiyacını ayakta gezinen entübe beyinler görmez. Görüyorlar ama görmek istemezler.
Bu tablolar onları çıldırtır, bunların panzehiridir bu güzellikler.
Atatürk ne de güzel söylemiş, 'Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz.' diye.
Bugünlerin mimarı hekimlerimizin başarısını görmezden gelenler olsa da.
Onların engin deneyim, bilgi, becerileri bizim güvenli limanımız.
Başkaları kendilerine liman arıyormuş.
Bize ne…