İstanbul seçimi iptal edildi. İptal eden YSK. İptal kararını verdi, kenara çekildi. Sıkıntı iptal ettirenlerde. Onlar bunun doğru bir karar olduğunu söyleseler de anlatamıyorlar. Bakıyorlar. Kendileri dışında iptale sevinen yok. Gördüler ki; bir kişi bile sevinmiyor. Yandaş iş insanları, sanatçılar ve yalaka olmayan yazarlar bile "yaşa, bravo, çok iyi oldu yahu" diyemiyor.
Diyemiyorlar çünkü ortada haksızlık var. Hukuksuzluk var. Alınan adaletsiz bir karar var. Hakkıyla, halkın oylarıyla kazananın elinden alınan bir mazbata var. Gerekçe absürt... Uyduruk... Fasa fiso. Sandık görevlilerinin iki bin küsuru devlet memuru değilmiş. Kaç sandık var otuz bir bin küsur. Bu görevlileri kim atadı YSK. İsimleri kim önerdi mülki amirler. Nasıl atadı, yasaya göre. Önce memurları, yetmedi, diğer kamu görevlilerini, o da yetmediyse banka ve özel okul çalışanlarını yasaya göre atadı. Görev almak, kişilerin isteğine bırakıldığı için görev istemeyen çok olmuş. İsteyenlerin sayısı yetmemiş. Diğerleri atanmış. Kaldı ki seçim sabahı sandık kurulu başkanı gelmemişse, diğer kurul üyeleri toplanır, varsa memur, yoksa en yaşlı üye başkan olur. Sandık kurulur seçim başlatılır. Yasa her olumsuzluğun çıkış yolunu koymuş. Bu yollar sırasıyla kullanılmış yapıldığı iddia edilen usulsüzlük tam da bu.
İstanbul seçimine de kamu görevlisi olmayanlara görev verilmiş. Peki, onlar ne yapmış. Görevlerini yapmışlar. Seçimi sağlıklı bir şekilde sonlandırmışlar mı, evet. Bu suç mu? Suçsa atın içeri. Suçsa onları görevlendirmek de suç. Suça ve suçluya yardım eden ilçe seçim kurulları da, il seçim kurulu da, YSK da bu suça ortak. Suçlu olmayan tek kişi var seçimi kazanan İmamoğlu. Ama ceza ona kesildi. Anlatamadıkları ve hiçbir zaman anlatamayacakları işte bu.
Oy atmaya gelenler sandık başkanlarına kimlik mi sormalıydı? Memur musun değil misin bir bakalım mı denseydi. O zaman ne olurdu. Türkiye'nin her yerinde binlerce sandıkta tartışma yaşanır, kavgalar çıkar, kaos olur, seçimler yapılamazdı.
İşin traji komik tarafı; 31 Mart gecesi "kazandık" açıklaması yapıp sonra kaybettiklerini görenlerin 1 Nisan sabahı; "İstanbul'da kesinlikle bir şeyler oldu. İstanbul'da bir şey olmadığını hiç kimsenin iddia etmesi mümkün değildir." diyerek itirazlara başladılar.
Her gün güya bir nedenle itiraz ettiler. 35 gün yaptıkları her itiraz boş çıktı. Sonunda "buldum buldum " diye sokağa fırlayan Arşimet gibi, bazı sandıklarda kamu çalışanı olmayanların sandıklarda görevlendirildiği sözde usulsüzlüğü ile YSK'ya iptal kararını aldırtmayı başardılar. Bu tüyoyu da bazı ilçe seçim müdürlerinden, bazı ilçe seçim kurulu başkanlarından hatta YSK'dan aldıkları iddiaları da işin cabası.
8-10 çeşit itirazdan sonuç almadılar ama YSK'dan sonuç aldılar.
Şimdi anlatamıyorlar. Demokrasi, milli irade, kem küm… Ama mazbatayı bize vermedi, yetkiyi tekrar seçmene verdi, haksızlık olmuşsa halk bunu düzeltir. Şaibeyi millet bitirir. Partililerine, seçmenlerine, eşlerine, çocuklarına hatta torunlarına bile anlatamıyorlar.
Pişmanlar hem de çok pişmanlar. Kazanamayacaklar bunu şimdi daha iyi görüyorlar.
Ekrem İmamoğlu'na destek olanların, "Çok güzel şeyler olacak" söylemiyle bir anda nasıl örgütlendiklerini gördüler. "İstanbul hepimizin", "Türkiye hepimizin" diyerek seçimi yeniden kazanmak için yola çıkmalarından, yaptıkları büyük hatayı anladılar.
Bu hukuksuz kararın en güzel sonucuna gelince:
Herkes fark etti ki:
İstanbul 7 kişiden, Türkiye 1 kişiden çok daha büyüktür.