Ülkemizin sorunları çok. Bunların bir kısmı kronik ve yapısal bir kısmı da yaşanan dönemle ve şartlarla ilgili. İnsanların bir araya gelerek, çeşitli teşkilatlar, devletler, devlet-üstü (AB, BM vb.) oluşumlar kurarak sorunların üstesinden gelmeye çalışması da gayet doğal. Mesela, iklim değişikliği ve çevre sorunlarına bireysel olarak duyarlı olabiliriz, elimizden geleni yapabiliriz ama bunların köklü ve sadra şifa çözümü ancak uluslararası işbirliği ile mümkündür.
İç meselelerimiz de ancak geniş uzlaşılarla ve kararlı hükûmet politikalarıyla yoluna koyulabilir. Bazı sorunların nihai çözümü değil şartlara göre çözümleri olur. Mesela, sağlık, eğitim, güvenlik gibi büyük başlıklar her dönemde farklı gelişmelere gebedir. Siz de ona göre yeni şartlar çerçevesinde yeni çözümler üretmek durumunda kalırsınız.
Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm mekanizmaları aşağı yukarı bellidir. Hükûmet, Meclis ve Hukuk sistemi. Yani yürütme, yasama ve yargı. Bunlar arasında ahenk ve işbirliği olmalıdır. Sivil toplum ve medyanın ise farkındalık yaratma, eleştiri ve çözüm konularında önemli görevleri vardır. İktidar ve muhalefet arasında da fikir ayrılıklarının ülke yararı doğrultusunda işlevsel çözümleri üretmesi ideal olanıdır. Siyasî iktidar sahipleri veya herhangi bir kurumda yönetici olanlar eleştiriye açık olmak, kulak vermek ve ondan yararlanmak durumundadır. Muhalefet ise yanlış gördüğü uygulamaları dile getirmekle mükelleftir.
Genel çerçeve olarak yukarıda ifade edilenlere, demokrasiyi benimsemiş çok az kişi itiraz eder. Bununla birlikte olağan dışı dönemlerden geçilirken, milletin birliği, devletin bekası söz konusu iken farklı yaklaşımlar da gündeme gelebilir. Beka meselesi var diye muhalefet eleştiri hakkından vaz geçecek değildir. Aksi halde meselelerin müzakere edilerek en doğruyu bulmamız ('barika-i hakikat'in 'müsademe-i efkar'dan çıkması) mümkün olmaz. Hasbî ve yapıcı eleştiri ihanet değildir. Hukuk çerçevesinde fikir ve ifade hürriyeti sadece demokrasinin değil sağlıklı bir devlet ve millet hayatının da vaz geçilmez şartıdır. Buna mukabil, muhalefet edenlerin de iktidar ile mücadelelerini hukuk devleti ve millî çıkar eksenli bir zeminde yürütmeleri gerekir. Millî duruş bunu icap ettirir.
Bu bağlamda Türkiye'nin dertlerine, meselelerine, özellikle Suriye'nin kuzeyinde meydana gelen ve Irak'ın kuzeyindekine benzer bir yapılanma ile sonuçlanması muhtemel gelişmelere çok dikkatle yaklaşmalıyız. Bu meselede, Rusya ve İran gibi konjonktürel müttefikler dahil, neredeyse bütün etkili güçlerin bizden farklı ve bizim düşüncelerimizle uyuşmayan bir yaklaşıma sahip olduğu açıktır.
Şunu açıkça biliyoruz: 1990'lardan bu yana devam eden ve çeşitli biçimler alan küresel egemenlik savaşında coğrafyamız yeniden biçimlendiriliyor. Türkiye de bundan doğal olarak etkileniyor. Enerjisini birliğini ve bekasını muhafazaya harcaması, Türk dünyası ve İslam alemi perspektiflerine fazlaca eğilmemesi sağlanıyor. Bu, komplo teorisi değil realpolitiğin bir yansımasıdır.
ABD'de, Almanya'da, Fransa'da yaşanan iç çekişmeler de küresel egemenlik oyununun parçasıdır. Onun için mesele sadece bizimle ve Ortadoğu coğrafyasıyla ilgili değil. Ama tabii, biz öncelikle kendi sıkıntılarımıza çözüm bulmak durumundayız.
Bu mücadelede Türkiye'yi zaafa uğratan, uğratmaya matuf girişimler karşısında uyanık ve birlik olmak zorundayız. Yapılan icraattan, bir takım uygulamalardan şikayetçi olabiliriz ama provokasyonlara ve manipülasyonlara karşı dikkatli olmalıyız.
Bizim kendi hatalarımızdan ve eksiklerimizden kaynaklanan sorunlarımızı aşmak için daha fazla gayret sarf etmemiz şart. Sorunlarımızın sorumluluğunu dış güçlere ve komplolara yıkıp kaderci bir çaresizlik psikolojisine teslim olamayız. Hem kendi hatalarımızı düzeltmeye çalışmak hem de dışarıdan gelen tehdit ve oyunlara karşı tedbir almak zorundayız.
Bu çerçevede değinmek istediğim bir husus, son dönemde bir dönem 'akil insanlar heyeti'nde bulunan bir kısım zevat ile diğer birkaç kişinin Oslo'da, PKK tarafından yönlendirildiği söylenen DPI (Demokrasiyi Geliştirme Enstitüsü) tarafından düzenlenen bir toplantıda bir araya gelişidir. Yapılan açıklamalardan, Türkiye'ye sözde çözüm arayışlarının dayatılmaya çalışılacağı anlaşılmaktadır.
Türk vatandaşlarının dahilî meselelerimizi yabancı devletlerin nezaretinde tartışması, tek kelimeyle zillettir. Kimsenin Türk milletine bu zilleti reva görmeye hakkı da haddi de yoktur. Türk milleti ve Mehmetçik o defteri kapatmıştır. Federal sistem lakırdıları ise bu ülkenin ve devletin tarihini bilmeyenlerin hezeyanlarıdır. Bu ülkede yaşayanlar, bu topraklarda egemenliğin tartışılır hale gelmesine, paylaşılıp parçalanmasına zemin hazırlayacak tuzaklara karşı uyanık ve dikkatli olmak mecburiyetindedir.
Bunları, Suriye'nin kuzeyinde meydana gelen gelişmelerden ayrı düşünemeyiz. Cumhurbaşkanımız ısrarla Fırat'ın doğusundan bahsediyor ama gerek ABD'nin gerekse Suriye'de ve diğer bazı konularda birlikte hareket ettiğimiz Rusya'nın PYD'yi terör örgütü olarak tanımadığı açıktır. Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna yönelik harekatı, tarihî sebeplerle tamamen haklı olduğu bir konuyla başlamalıdır. Süleyman Şah Türbesi'nin Türk toprağı olan asli yerine nakli ve bu bölge ile civarının güvenliği sağlanmalıdır. Bu hem psikolojik hem de stratejik açıdan vazgeçilmez bir zorunluluktur.