Yoğun bir iş trafiğinden sonra dün biraz dinlenme, biraz da okuma fırsatım oldu. Okurken gözüm, meşhur 'Sağır Kurbağa' hikayesine takıldı.
Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef; çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: 'Zavallılar! Hiç bir zaman başaramayacaklar!'
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış: 'Zavallılar! Hiç bir zaman başaramayacaklar!'
Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş; 'Bu işi nasıl başardın?' diye. O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış! Yani sağır kurbağa, söylenen olumsuz hiçbir şeyi duymadığı için mücadelesine devam etmiş ve yarışın sonunda da başarıya ulaşmış.
Hikaye müthiş… Ders niteliğinde…
Demek ki, zoru başarabilmek, zirveye ulaşabilmek için; inanmak, sabretmek ve azmetmek lazım. Bir de her şeyi duymamak, moralleri bozmamak…
Ama bizler ne yapıyoruz; kulaklarımızı sonuna kadar açıyoruz ki, her şeyi duyalım, moralimizi bozalım diye. Kendimize yapıyoruz yani… Kendi ayağımıza sıkıyoruz.
Sonra da, hikayedeki kurbağalar gibi yarı yolda kalıyoruz.