Beynimizin hiç değişmediği sanılırdı! Oysa araştırmalar, fiziksel anlamda son derecede esnek olduğunu, çevremize ve edindiğimiz deneyimlere bağlı olarak yaşam boyu değiştiğini gösteriyor. Yani beynimiz yaşadığı süre içinde kendi kendini hem çalışma şekli hem de fiziksel olarak yeniden düzenleyebilen ve büyüyebilen/esnek bir organdır!
Beyin dokusunun dış etkenlerle uğradığı yapısal ve işlevsel değişiklikleri ifade eden Nöroplastisite; beynimizin bağlantılarını yeniden düzenleyebilme ya da yeni bağlantılar kurabilme yetimizdir. Sinaptogenez adı verilen bir süreçle, başta eğitim olmak üzere yaşam yolculuğumuzda edindiğimiz tüm deneyimler sayesinde, varolan nöronlar arasında yeni bağlantılar kurarız. Sinir hücreleri beyin içinde göç edebilir, hücre uzantıları yön değiştirip yeni tomurcuklanmalar yapabilir. Beyin olgunlaşırken sinir hücreleri büyür, diğer hücrelerle bağlantı kurmak için uzantıları gelişir ve daha sonra spesifik bölgelerde çok sayıda bağlantı oluşturur. Yeni doğan bir bebeğin beynindeki HER NÖRON ortalama 2.500 sinaps yaparken gelişme döneminde bu sayı 15.000'e kadar çıkar!
Nöroplastisite sayesinde beynimiz bebeklikten erişkinliğe uzanan süreçte yeni şeyler öğrenip gelişebilir ve inme ya da travmaya bağlı beyin hasarlarından sonra iyileşme gösterebilir. Beynimizin esnekliği yaşamın hem bilgilerine hem de travmalarına karşı bir hayatta kalma mücadelesidir. NÖROPLASTİSİTE, BEYNİMİZİN BİR BEKAA/VARLIK SORUNUDUR!
BEYNİMİZİ EN ÇOK GELİŞTİREN ŞEY EĞİTİMDİR! İnsan beyni ülkeler ve milletler için bir savaş alanıdır: Eğiterek güçlendirebilir, yaratıcı hayal gücünü açığa çıkartarak geleceğe dair yepyeni fikirler ve teknolojilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir, empati yani kendisini bir başka canlının yerine koyabilme yetisini artırarak barış, dostluk, kardeşlik ve dayanışma ruhunu ortaya çıkarabilirsiniz. Ya da bunların hiçbirini yapmayarak bir toplumu köleleştirebilirsiniz! O derece ki köleliğinin farkında bile olmadan yaşayıp gidebilir…
Yeryüzünde insan aklıyla çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Gücünden düşen, yıkılıp giden imparatorluklar, devletler, kurumlar hep insan aklının, insanın nefsine/hırslarına yenilmesinin sonucudur: 'Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür ya da köle kılar!'
Çanakkale Savaşı, sömürgeciliğin Anadolu coğrafyasında aldığı ilk yenilgidir ama son değildir; Kurtuluş Savaşı ile son ve yıkıcı bir darbe daha alacaktır. Yıkılan bir imparatorluktan yeni bir devlet kurarak yayılmacılığın sömürüsüne karşı 'meşru müdafaa' ile dirilen bir neslin, onca yoksunluk ve fakirlik içinde hem yıkılan devletin borçlarını ödemeleri hem de 15 yıl içinde 48 fabrika kurmaları, bugünün ölçülerine göre dahi akıl alır gibi değildir. Unutulmamalıdır ki tarihin gördüğü bu en büyük insani ve teknik devrimin başarılabilmesi; olağanüstü iyi eğitimli, zeki, ölümüne çalışkan, çok ama çok kitap okuyan, insanlık tarihini çok iyi bilen, üstün entelektüel niteliklere sahip, birbirlerine tutkunlukla bağlı bir avuç insanın ve onlara inanan birkaç neslin devasa ve eşsiz eseridir. Biz şimdi 100 yıl sonra bu nesle olan borcumuzu, bize bıraktıkları bu cennet vatanda hayatta kalabilmek için buğday, soğan ve patates ithal edecek hale gelmekle mi ödeyeceğiz? Sormayacak mıyız şimdi 'biz neden bu kadar düştük' diye?
Gülyüzlü evlatlarımızın beyinleri ile 22.Yüzyılı şimdiden tasarlayanların evlatlarının beyinleri arasında, yaşam deneyimleri ve aldıkları eğitim açısından nöroplastistik bir fark oluşmayacak mı? Biz evlatlarımıza tüm dünyadaki PISA sınavlarının en altlarında yer bulabilecekleri kadar bir eğitim verebiliyorken evlatlarına 22.Yüzyılın gereklerine uygun STEM eğitimi veren ulusların, 2050 yılında neleri hayal edebilir hale gelecekler göremiyor muyuz?
Elimizde kalan tek kuvvet, günübirlik ayrıştırıcı siyasetle ruhlarını kararttığımız gençlerimiz için görülmedik hızda sağlamamız gereken gelecek eğitimidir. Uluslar, ancak büyük evlatları sayesinde nefes alırlar. Evlatlarımızı bize nefes aldıracakları şekilde -esnek beyinli olarak- eğitebiliyor muyuz?