Milyonlarca yıldır gezegenimizdeki türlerin yaşam formalarının temeli olan 'biyolojik DNA' 4 unsurdan oluşur: Adenin, Guanin, Sitosin ve Timin. Yani 'Tanrının Yaratım Sanatının' özü, 4 unsurludur. Ama biliminsanları artık buna 4 sentetik unsur daha ekleyerek DNA sarmalını 8 harfli kıldı. Üstelik bu sentetik DNA'lar, biyolojik işleyişi sağlamanın ön şartı olan RNA'ya kopyalanma işlemini de başarıyla gerçekleştirdiler. Çalışma o kadar başarılı oldu ki bu aşamadan sonra derhal sonlandırıldı: Molekülün biyolojik bir tehlike olarak dünyadaki diğer organizmaların genomlarına sızması riski ortaya çıktı!
Felsefenin insan yaşamındaki öneminin gittikçe artacağını söylerken şaka yapmıyorduk: Şimdi 'insan türü olarak biz' artık 8 harfli 'HACHİMOJİ' adlı bu yeni sentetik 'DNA'nın yaratıcısı mı olduk?
Yakın geçmişte biliminsanları 4 unsurlu biyolojik DNA içerisinde 'gömülen' bir veri setiyle birkaç saniyelik bir filmi saklamış, daha sonra bu biyolojik DNA'nın nesiller sonrası kopyalarından sentezleyerek video filmini tekrar seyretmişlerdi. Yani DNA'nın akıl almaz kapasitede bir 'bilgi/veri deposu' olarak kullanılabileceği ortaya çıkarılmıştı. Peki 8 unsurlu bir sentetik DNA sarmalına ne kadar bilgi/veri depolanabilir?
Bu çalışma evrendeki diğer olası yaşam biçimlerini anlayabilmek, yeni canlı türleri oluşturabilmek, yeni proteinler geliştirebilmek, yeni ilaçlar geliştirebilmek, 'Cyborg' denen yarı-biyolojik yarı-robot yeni 'yaratıklar üretebilmek' ve kim bilir şu anda aklımıza gelmeyen daha nice ürkütücü gelişmelere yol açabilmek içindi; geleceğin neler getireceği konusunda çok ciddi bir örnek.
Türk yurdunun, yaratıcı düşünebilme ve bu yaratıcı düşünceleri uygulamaya geçirebilmesine engel olan günlük siyasetin oluşturduğu ağır sis dalgasını aşıp, geleceğini tasarlayacağı gülyüzlü evlatları uğruna aklını başına almasını sağlamak için daha neler görmesi gerekecek acaba?
Kurtuluş Savaşı, Anadolu topraklarında kalan, çağının en üst düzey eğitimini almış Osmanlı ordusunun subayları tarafından organize edilmiş ve yeni Türkiye Cumhuriyeti, İslam tarihindeki ilk ve tek demokrasi olarak nice bedeller ödendikten sonra ortaya çıkmıştı. Eğitimin bir milleti köle ya da özgür kılacağını en iyi bilen bu üstün zihinli insanların lideri olarak 'Başöğretmen' sıfatı verilen yüce Türk Bilgesi, öğretmenlere şöyle söylüyordu: '…Ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınız için yol açtı. Gerçek zaferi siz, öğretmenler kazanacaksınız. Bunu başaracağınızdan kuşkum yoktur. Sarsılmaz bir inançla ben ve arkadaşlarım sizi gözeteceğiz. Sizin karşılaştığınız tüm engelleri kıracağız…'
2019 yılına geldiğimizde -neredeyse 100 yıl sonra – Dünya ile rekabet edebilen üniversitelerimizin sayısı 'bir elin parmaklarını' geçememişse, bu yanlışlık nesiller boyu süren derin bir aymazlık yüzündendir. Eğitim birikimi olmayan bir toplumun sonu fakirlik ve cehaletin getirdiği modern köleliktir. O derecedir ki böylesi bir toplum köleliğinin farkında bile olamaz!
Neden dünyadaki birçok üniversitede insanlığı daha ileri götüren Türk bilim insanlarımız var da kendi yurdumuzda sapır sapır dökülüyoruz? Bilimsel iklimi bu derecede kurutan nedir? Bu soruları kendimize samimi ve dürüstçe sormaya karar vermedikçe, nesillerimiz hiçbir ilerleme sağlayamayacağı gibi gülyüzlü evlatlarımıza onların hakettikleri bir geleceği sağlamış da olamayacağız…
Geleceğimizi yeniden tasarlayan temel araç olarak 'Yapay Zeka' diyoruz ama aslında 'Doğal Zeka/Biyolojik Zeka'; yapay zekalar üretebilmenin temel şartıdır. Doğal zeka ise iyi yetişmiş insan demektir. Türk yurdunun gerçek bekaa/varlık sorunu, sadece 'iyi yetişmiş doğal zekalar' elde edebilmektir. Zira dünyaya bakışımız ne olursa olsun bir devleti, sadece iyi eğitimli insanlar kurabilir ve koruyabilir…