Hukukun en eski kurumlarından biri olan af, insanlık tarihi boyunca pek çok yönüyle tartışmalara ve değerlendirmelere konu bir müessese olmuştur. Bunların merkezinde de genellikle affa yetkili olan organlar, bu organların yetkilerini kötüye kullanıp kullanmadığı, toplumun adalete olan inancı üzerindeki etkileri, affın meşruluğu gibi hususlar nezdinde olmuştur.
Af kurumunun evrilme süreci dikkate alındığında Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde af hakkında herhangi bir hükme ulaşmak mümkün olmamaktadır. Bu dönemde İslam hukukuna ilişkin esasları tatbikle, bireysel ve toplu olarak suçluları af yetkisinin padişahta olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki Kul hakkına ilişkin suçlar ile Allah hakkına ilişkin suçlar arasında ayırım yapan İslam hukukunda, kul hakkına ilişkin suçlarda (öldürme, yaralama vb.) af yetkisi mağdura veya onun mirasçılarına ait iken, Allah hakkına ilişkin suçlarda af yetkisi kadı veya padişaha aittir. Bu yönüyle İslam hukuku ile Batı hukuku birbirinden ayrılmaktadır.
Osmanlı'da affa dair ilk yazılı düzenleme 1858 yılında çıkarılan Ceza Kanunname-i Hümayunu'nda yer almaktadır. Ve bu kanunun 47. maddesine göre af yetkisi padişaha verilmektedir. Sonrasında 1876 Anayasası'nın ilk şeklinde 7. madde ile genel ve özel af yetkisinin padişaha ait olduğu kabul edilmiştir. 1876 Anayasası'nda 1909 yılında yapılan esaslı değişikliğe göre özel af yetkisi padişahın elinde bırakılırken genel af yetkisine Padişahla birlikte Meclisi Umumi ortak edilmiş ve af yetkisi Meclisi Umuminin onayı şartına bağlanmıştır. 1921 Anayasası'nda affa ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak birazdan da görüleceği üzere TBMM kararıyla genel ve özel af kanunları kabul edilmiştir. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında ise ayrıntılı af düzenlemelerine yer verilmiştir.
TBMM kurulduğu tarihten bu yana suçlara ilişkin genel, kısmi ve belli bir konuya yönelik af olmak üzere toplam 60'a yakın ayrı yasa çıkarılmıştır. 5 Aralık 1921 tarihinde 'Fransızlar tarafından işgal edilen topraklarda işlenen suçlara ilişkin af' ile 19 Aralık 1921 tarihinde Hıyaneti Vataniye Kanunu kapsamındaki bazı suçlar için öngörülen aflar bir yana bırakılacak olursa TBMM tarihindeki ilk 'genel af' yasası 7 Ocak 1922 tarihinde kabul edilmiştir. Toplam dört maddeden oluşan yasa ile cezalarının üçte ikisini tamamlayan mahkûmların kalan cezaları affedilmiş, işgale uğrayan yerlerdeki kişiler hakkında açılan davalar ise ertelenmiştir.
Cumhuriyet'in kuruluşundan kısa süre sonra 26 Aralık 1923 tarihinde ikinci genel af yasası çıkarılmıştır. Söz konusu düzenlemeyle 29 Ekim 1923 tarihine kadar işlenmiş suçlara verilen cezaların yarısı affa tabi tutulmuştur. Ayrıca yasayla af kapsamına gireceklerin üç ay içinde teslim olmaları koşulu getirilmiştir. Bundan üç ay sonra yasaya eklenen bir maddeyle kürek veya bir yerde zorunlu ikamet cezasına mahkûm edilenlerin cezalarında da indirime gidilmiştir. Bunun dışında Cumhuriyetin 10., 50. yıldönümüne yönelik 1933 ve 1973 tarihlerinde de af kanunları kabul edilmiştir.
Yukarıda görüleceği üzere en son 2016 yılında olmak üzere af ya da affın belli yönde neticelerini doğuran pek çok düzenlemeler yapılmıştır. 2016'da çıkarılan 671 sayılı KHK ile adeta kısmi af düzenlemesi getirilerek yaklaşık 40 bin kişinin tahliye edilmesi sağlanmıştır. Bu tahliyelerin akabinde cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık 175 bine düşmüştür. Bugün itibariyle Türkiye'de cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık 260 bin kişidir. Bunun yaklaşık 40 bini tutuklu, geri kalanı hükümlüdür. 2016'da 175 bine düşen cezaevi mevcut sayısı dikkate alındığında son iki yıllık süre zarfında yaklaşık 85 bin kişinin cezaevine girmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine 2000 yılında toplam tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık 70 bin iken bu sayı 2018 yılında 260 bine ulaşmıştır(2016 yılında yaklaşık 40 bin kişinin de affedildiği dikkate alınmalıdır). Bu rakamlar devasa boyuttadır. Örneğin yakın nüfusa sahip olduğumuz Almanya'da toplam yaklaşık 75 bin, Fransa'da 70 bin, İtalya'da 50 bin tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu noktada durduğumuz yer Avrupa'da ikinci, Dünyada sekizinciliktir. Burada çözüm yeni cezaevleri açmak değil, kanunda suça yönelik icra hareketlerinin çoğalmasını engellemeye yönelik topyekûn bir içtimai harekat başlatmaktır. Aksi halde akıbet müspet olmayacaktır.