07 Haziran seçimleri sonunda ortaya çıkan tablo, bir önceki yazımda da üzerinde durduğum gibi egemenliğin gerçek temsilcisi, halkın kararıdır. Bu karara göre de ülkeyi yönetmeyi partilere vermiştir. Öncelikle, bunun itirazsız kabulü, demokrasinin gereğidir. Birçoklarının ortaya attıkları önerilerin aksine olarak, partilerin milletvekili dağılımına göre, çok sayıda hükümet kurma alternatifi de vardır. Seçimden birinci parti olarak çıkan AK Parti, CHP, MHP ve HDP ‘den birisi ile hükümeti kurabilir. Çünkü, Meclis aritmetiği buna olanak tanımaktadır. Bu meyanda, CHP’nin koalisyon ortağı olarak ortaya çıkışı ise bu tahminimi güçlendirmekte ve öyle zannediyorum ki, çalışmalar bu yönde gelişecektir. Yalnız, benim görüşüme göre, Başbakan Davutoğlu’na görev vermeden, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Deniz Baykal ile görüşmesi, seçim sürecinde olduğu şekildeki hatanın tekrarı niteliğindedir. Anayasamıza ve demokratik teamüllere bu aykırıdır. Sayın Davutoğlu’na hükümeti kurma görevi verildikten sonra, bütün görüşmelerin onun tarafından yapılması gereği ortadadır.
Koalisyon ile ilgili olarak, yukarıda açıkladığım üç alternatife ilâve olarak, CHP, MHP ve HDP koalisyonu da olabilir. Yalnız bu olasılığı, ne AK Parti’nin ne de Erdoğan’ın kabul edeceğini zannetmiyorum. Bunun dışındaki bütün alternatiflerin gerçekleşmesi mümkündür.
Bu seçimde, CHP, MHP ve HDP muhalefet partileri olarak, verilecek veya alabilecekleri görevler bakımından, seçimin sonucunu beklemelerinden başka alternatifleri yoktu. Yanız, AK Parti, seçime giderken mutlak iktidarda olacağı üzerinden planlarını üretmiştir. Sayın Erdoğan’ın 400 milletvekili istemesi; gerek başkanlık ve gerekse anayasa bakımından önemli idi. Daha sonra bu sayıyı 330 civarına indirerek, referandum ile sonuca gitmek istemesini de aynı anlayış içinde mütalaa etmek gereği vardır. AK Parti, seçim sonucunda çıkan dağılımı asla tahmin edememiş, her seçimde olduğu üzere, CHP ve MHP hariç diğer partilerin barajı aşamayacağı ve barajı aşamayan partilerin oyları ile iktidarını sürdürebileceği kanaatinde olmuştur. Bu bakımda da, sadece iktidar olmayı planladıkları için, bir B planları olmamıştır. Açıkça bir hususu burada ifade etmek gerekir ise, AK Parti’nin, Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak iki başlı olarak yürüttükleri seçim çalışmaları, HDP’nin barajı geçmesine neden olmuştur. Burada birbirine zıt iki kanaat vardır. Bir kesim, eğer Erdoğan seçim çalışmalarında bir partili gibi görev almasa idi, AK Parti daha önce olduğu gibi iktidarda olacaktı. Diğer görüş ise, Erdoğan kötüye gidişi gördüğü için meydanlara çıktı ve kısmen de olsa oyları fazlalaştırdı. Elbette, bunun üzerinde konuşmaya gerek yoktur, AK Parti kendi içinde bunun yorumunu yapacaktır. Sayın Erdoğan ın Kürt meselesi yoktur” sözleri ve tarafsız Cumhurbaşkanı olarak bunu koruyamaması, seçmen üzerinde etkili olmuştur. Özellikle, Türkiye’nin batısından, HDP’ye çıkan oyların temelinde bu yatmaktadır. Ayrıca, bir husus üzerinde de durmak gerekir ki, yapılan anketlerde AK Parti seçmeninin % 60-70’lik kısmı, başkanlık sistemini istemediğini beyan etmiştir. Mesele sadece kelime olarak başkanlık sisteminin anlamının olmadığıdır. Öncelikle, bundan nasıl bir başkanlık istendiğinin ortaya konulması gerekir. ABD’deki başkanlık sistemindeki, başkanın yetkilerinin, bizim cumhurbaşkanımızın yetkilerinden çok az olduğunu söyleyebiliriz. Orada, her şey senatodan geçer ve eyalet sisteminin yapısını da bunun içinde mütalaa etmek gereği vardır. Saygılarımla.