Türkiye’de galiba olmayan bir kültürü konuşuyoruz.
Arap masallarındaki “ANKA KUŞU” gibi bir şey.
Adı var fakat kendisi olmayan bir kuş.
Tarihi süreç içinde millet olarak iki şeyin ya muhalifi olduk ya da muvafıkı.
Bunlardan birisi yönetim, diğeri ise dindir.
Cumhuriyet öncesindeki kardeş ve akraba katli geleneğinin aynısı cumhuriyet döneminde devam etmiştir. İdam edilen başbakan, bakanlar ve gençler ile bugünkü yöneticilerin aynı akıbetle tehdit edilmelerinin nedeni, bu geleneğin devam ettiğinin göstergesidir.
Cumhuriyet öncesinde kurmuş olduğumuz devletlerdeki dini müsamaha ise ‘Cumhuriyet’in erken döneminden itibaren kaybolmaya başlamış, gayrimüslimlere gösterdiğimiz müsamahayı kendi dindaşlarımıza göstermez olduk.
Ve işin acı tarafı, bu müsamahasızlığımızı siyasi (iktidar- yönetim) ihtiraslarımızla yoğurarak adeta devletleştirmeye çalıştık.
Din ve inanç konusunda eski tarihi değerlerimize dönmek zorundayız. Çağımızda kabul edilmiş uluslararası belgeler de bu noktaya gelmiş bulunmaktadır.
Siyasetteki muhalefet kültürümüzün yeterince evrimleştiğini söyleyemiyoruz. Bunun ilk kötü örneğini Türkiye solu 1950 yılından sonra vermeye başlamıştır. Türkiye’nin muhafazakar kadroları, hep savunmada kalmışlardır.
Doksan iki yıllık Cumhuriyet döneminin yaklaşık 55 yılı, sol siyasi kadrolar tarafından( bürokratlar daha uzun dönem) yönetilmiştir. Muhalefet konusunda sol siyasi kadroların sağlıklı bir muhalefet kültürü oluşturduklarını söyleyemiyoruz. Bu durum ülkemiz için olduğu kadar demokrasimiz için de büyük bir kayıptır.
Türkiye demokrasisinin, iktidarın her söylediğinin ve yaptığının tersini söyleyen muhalefete değil, alternatif projelerle sorunların çözüm haritasını ortaya koyan , halkını sokaklara değil sandığa çağıran ve vandalizme özendirmeyen siyasi kadrolara ihtiyacı vardır.
Bunun için diyoruz ki, muhalefet kültürümüz değişmeli ve gelişmelidir. Milletçe buna ihtiyacımız vardır. Selam ve sevgi ile…