Millî Eğitim Bakanlığının, Öğrenci Andına dair Danıştay kararına itiraz dilekçesindeki bir ifade büyük tepki ile karşılaştı. Bunu üzerine Milli Eğitim Bakanı dilekçeyi hazırlayan Genel Müdür ile iki avukatı görevinden aldı. İtiraz metnine ek açıklamalar gönderileceği bildirildi (Benim şahsî görüşüm, Sayın Bakanın böyle sakat bir yaklaşımla hazırlanan bu dilekçeyi tamamen geri çekmesinin gerektiğidir).
Dilekçedeki ifade şu idi: 'Türkler kendi çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan topluluktur.' Dilekçedeki şu ifadeler de dikkat çekicidir: 'Ulus bilincine geç ulaşan bir toplumda bu çeşit [Öğrenci andı gibi] sembol ve ritüellerin kullanılarak, ortak bir milli kimlik inşa edilmeye çalışılması anlaşılabilir bir durumdur.'
Burada ant metni, anlamı ve 'çağdışı' olup olmadığı konularına girmeyeceğim. Esas itibariyle Türklerin 'çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan' bir toplum olduğu iddiası üzerinde duracağım.
Öncelikle şunu belirtelim ki bir Bakanlığın ilmî açıdan temeli olmayan böyle bir iddiada bulunması son derecede şaşırtıcı ve tuhaf bir durumdur. Bu iddiada bulunanlar hangi ampirik araştırmanın sonuçlarına göre Türklerin çağdaşlarına göre 'ulus bilincine en geç ulaşan toplum' olduğunu tespit etmişlerdir?
Bu ifadenin dikkatsizlik ve özensizlikten kaynaklandığı açıktır. Aslında burada muhtemelen Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan unsurlar içinde milliyetçilik akımının en son Türklerde meydana çıktığına dair bazı görüşlerden yararlanılmıştır. Bu gayet tabiidir. Çünkü farklı din ve milliyetlere mensup toplulukları ihtiva eden bu devletin kurucu unsuru olan Türkler elbette unsurların bir arada yaşaması siyaseti güdeceklerdi.
Peki, bu dönemden önce Türklerde millet şuuru yok muydu? Fransız İhtilali ve modern ulus-devlet modelini temel alan yaklaşımlara göre milliyetçilik modern bir olgudur; halbuki başka bir eğilime göre eski çağlardan beri millî hisler ve milliyetçilik duygusu vardır. Okuryazarlığın düşük oranda olduğu ve ülke çapında ulaşım ve iletişimin yavaş seyrettiği çağlarda millî bilincin bütün toplumu kuşatması beklenemezdi. Onun için geleneksel toplumda dinî mensubiyet, bir kabileye, köye veya mahalleye aidiyet daha önemliydi.
Bununla birlikte eski çağlardan beri toplumlarda bir kavme, bir millete mensup olma bilinci vardır. Kendi tarihimizin en iyi bilinen örnekleri Orhun Abideleridir. Burada, Bilge Kağan'ın şu meşhur hitabını hepimiz biliriz:
'Türk, Oğuz Beyleri milleti işitin! Üstte gök basmasa, altta yağız yer delinmese Türk milleti İlini ve töreni kim bozabilecekti?' Yine şu cümle de bir millet bilincinin ifadesi değilse nedir:
'Yukarıda Türk tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmış olacak.'
Divanü Lügati't-Türk yazarı Kaşgarlı Mahmud ise Araplara Türkçe öğretmek için yazdığı kitabının girişinde Arapların Türkçe öğrenmesi gerektiğini çünkü Türklerin hakimiyetinin uzun süreceğini ifade ediyor. Türk dilini öğrenmekle alakalı bir hadisten bahisle şayet bu hadis gerçekse zaten bunun böyle olması gerektiğini, uydurma ise de aklın gereği olduğunu ekliyor.
Önce gayrimüslimlerin yoğun olduğu Balkanlarda sonra da Araplarla meskûn coğrafyada egemenliğini genişleten Osmanlılarda dinin merkezî bir yer tuttuğu açıktır. Ama sanılanın aksine Osmanlı hanedanı kendi Türk-Oğuz köklerinin her zaman şuurunda idi. En azından XV. Yüzyıl sonlarına kadar ve hatta XVI. Yüzyıl başlarında yazılmış bazı tarih metinlerinde Türk ve Türkmen kavramlarının çokça zikredildiğini de iyi biliyoruz. Sadece birkaç örnek:
2. Bayezid devri tarihçisi, ulemadan Mehmed Neşrî Türkler hakkında bilgiler verir, Oğuzları anlatır. Türklerin özellikleri üzerinde durur. I. Murad'ın Sırp Kralının kendisini savaşa davetini hiddetlendiğinde söylediğini ifade ettiği 'İnşallah ona Türk erliğin gösteririm' sözüyle de Türk'ün yiğitliğini vurgular.
Âşıkpaşazade de Osmanlı, İslam ve Türk kavramları eşanlamlı olarak kullanılır. Türk'ün adaleti vurgulanır ve hatta 'Türk kavmi' ibaresi kullanılır. Mesela Süleyman Paşa'nın adaletini gören Mudurnu, Göynük havalisi halkının Müslüman oluşu anlatılırken 'Ve çok köyler bu Türk kavmını gördiler. Müslüman oldılar' denilir.
XVI. yüzyılda Türkler (Etrak) tabiri daha ziyade köylü Türkler, Türkmen ve Yörük ise konar-göçer Türkler için kullanılır. Üst tabaka mensupları dinî aidiyeti önemser. Ancak bu genellemeler doğru değildir. XVII. Yüzyılın ikinci yarısında IV. Mehmed'e hocalık yapmış büyük alim Vanî (Vanlı) Mehmed Efendi'nin Kur'an tefsirinde, Türkler hakkında övücü ifadeler vardır. Vanî Efendi, Tebük seferine çıkılırken isteksiz davranan ashabı ikaz eden Tevbe suresinin 39. ayetinde (' Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O'na zerrece zarar veremezsiniz.') Türklerin kastedildiğini belirtir.
Sözün özü, Türklerde millet bilinci XIX. Yüzyılda ortaya çıkmış değildir. Modern milliyetçilik konusu ayrıca değerlendirilmelidir.