İnsanın günlük koşuşturmalar içerisinde kendine zaman ayırması çok zorlaştı. Hele de kalabalık şehirlerde yaşıyorsanız bu daha da zor. Kent toplumunun koşuşturmacası içinde insan yorgun düşüyor.
Yakın bir zaman önce İstanbul'daydım. Gemiyle boğazda yolculuk yapma fırsatım oldu. Vapurda herkes birşeylerle meşguldü. Kimi gazete okuyor kimi de kitap... Çok az birbiriyle konuşan insana rastladım. Kendi kendime , "Demek ki, büyük şehirlerde insanın evde kaldığı zamanlar sınırlı. Bu yüzden kendine ayıracak boş zaman yaratması çok zor. İster istemez fırsatı ne zaman bulursa o insan için boş zaman oluyor. Bu sebeple zamanın kıymetini iyi anlamışlar ve değerlendiriyorlar." diye düşündüm. Zaten ben de İstanbul'da üniversiteyi okuduğum yıllarda aynı sosyal hayatı yaşamıştım. Yıllar geçmesine rağmen şehir insanının alışkanlıkları pek değişmemiş... Martıların , vapurda güvertede simit yerken dikkatsiz bir anınızda elinizdeki simiti kaptığını görürsünüz.
Her şehrin kendine özgü güzellikleri , kimliği var. Fakat İstanbul bir başka... Dünyanın kültür başkenti. Doğal güzelliklerinin yanında tarih kokan bir şehir. Medeniyetimizin ışıklarının hiç sönmediği bir şehir. Yıllar önce bu şehirde yazdığım "Başlanacak" adlı şiirimde :
Esen rüzgarlar kaldırımları yalıyor
En son düşen çınar ağacının yaprağı
Rüzgarla oyun oynuyor
Bu şehrin yorgun insanları
Gelip geçiyor caddeler boyu
Sokak lambalarının ışıkları
Gecenin karanlığını dağıtıyor
Gökyüzünde yıldızların dansı
Benzi uçuk insanlara
Aydınlığın sökeceği sabahı müjdeliyor
Yarın hava güzel olacak
Yıldızların göz kırpmaları
Bir başka akşama kalacak
Kaybolan kuşlar uçuşacaklar
Gökyüzünde yeniden
Vapurların sesleri
Martıların sesine karışacak
Tarih kokan bu şehir
Uykusundan ezan sesiyle uyanacak
Tüm evreni ısıtan Güneş'in aydınlığında
Güne yeniden başlanacak...
Duygularımı böyle dile getirmiştim.