SONSUZA KADAR ANNESİNİN MAVİ GÖZLÜ PAŞASI
ŞEHİT ASTSUBAY İSTİHKAM TEKNİSYEN KIDEMLİ ÜSTÇAVUŞ İLHAN HAMLI
BİR KARDEŞ
UNUTMADIK UNUTMAYIN UNUTTURMAYIN

18 Nisan 1992 -18 NİSAN 2023

2. BÖLÜM

Meslek büyükleri İlhan Astsubaydı. İlhan Astsubay 29 yaşındaydı ,17 yaşında giymişti ilk askeri üniformasını, Kaza-i Rüşt kararıyla göreve başlamış en kıdemlileriydi, içlerinde tek evli olanı ,Şark hizmetini tamamlayıp batıya gidecek olanıydı. Canından çok sevdiği altın sarısı saçları olan 7 yaşında sevimli bir kızı vardı. Aslen Ordulu olan Samsun'da yerleşik fakir bir ailenin iki erkek çocuğundan küçük olanıydı. Adına ister kader deyin ister başka bir şey deyin maddi imkansızlıklarda diyebilirsiniz hayallerini yarım bırakıp kısa yoldan meslek sahibi olmak için askerlik mesleğini seçmişti. Askerlik mesleğini seçmesine en çok annesi sevinmişti ,mavi gözlü paşam diye seviyordu. Bedriye anne ,askeri üniformayı oğluna çok yakıştırmıştı. Annesi oğlunun maddi anlamda kimseye muhtaç olmayacağını ,hayatını daha kolay sürdüreceğini düşünmüştü. Annesinin de akrabaları arasında astsubay olanlar vardı onların yaşam şartlarının daha rahat olduğunu gözlemlemişti. Yaşadığı hayatta oğlum sıkıntı çeksin istemiyordu. Erkan Iğdır Astsubay ise 27 yaşında ve Kırşehirliydi, ailesi Ankara'da yaşıyordu, bekardı ,henüz Şark hizmetini tamamlamamıştı. Mustafa Karaçimen Astsubay 26 yaşındaydı ,Kırşehirliydi. ailesi Ankara'da yaşıyordu, bekardı. Naci Yıldırım Astsubay Tokat/ Niksar'lıydı 24 yaşında bekardı. ailesi Niksar'da Yaşıyordu, en genç ve en kıdemsiz olanıydı, onunda Şark hizmeti devam ediyordu, hepsinin ayrı bir hikayesi vardı. O hikayelerin içinde geleceğe dair çok kıymetli hayalleri ve umutları maalesef 18 Nisan 1992'de Pamuk Geçidi Mevkiinde yarım kaldı. Hainlere teslim olmamak için seyir halindeki o otomobil dahil içindeki dört genç astsubay ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Düştükleri hain pusudan adeta uçarak geçmeyi planlamışlardı. Yağmur gibi yağan mermiler ve el bombaları altında seyir halinde bulundukları küçük ve korumasız bir otomobilin durmamak için hızını artırarak yola dizilmiş taş barikatları aşmak için gösterdiği direniş nereye kadar olabilirdi? Teröristlerin açtığı ateş ve yola dizilen taş barikatlar nedeniyle araç kontrolünün kaybedilmesini müteakip yol dışına çıkarak bir kayaya bindirerek durmuştu. Bölücü teröristler adeta leş kargaları gibiydiler.4 genç astsubayı sivil ve silahsız oldukları halde araçtan çıkarıp ,40- 50 metre sürükleyerek astsubay olmalarının anlaşılması üzerine yakın mesafeden otomatik silahlarla saat 16:30 civarında hunharca şehit edilmişlerdir.

Pamuk geçidini güpe gündüz cehenneme çeviren bir grup bölücü terör örgütü mensubu ne acıdır ki o yıllarda kendi ülkemiz sınırları içerisinde yol kesip ,kimlik kontrolü yapıp, kuralsızca , vahşice askerlerimize yargısız infaz yapabiliyordu. Batıda yaşayanlar gerçekten ülkemizin doğusunda ve güneydoğusunda neler yaşandığını bilmiyordu. Bölgede bölücü terör örgütü mensupları masum insanları vahşice katlediyor. Yol kesip saatlerce kimlik kontrolü yapabiliyordu. Bölge bu noktaya nasıl gelmişti? Üç beş çapulcu diyenler ,o yıllarda bu durumu nasıl tespit etmişlerdi. Ellerindeki kanıt hangi bilgiye dayanıyordu? Gerçekten ne olup ne bittiği ülkeyi yönetenler Ankara'dan ne kadar biliniyordu? Üç beş çapulcu demek zafiyet yaratmadı mı? Nedense o üç beş çapulcu devlet karayolunu güpe gündüz saatlerce kesip propaganda ve vahşice katliamlar yapabiliyordu? Bölge halkı ciddi anlamda bölücü hainlerden tehdit ve baskı görüyor, isteyerek ya da istemeyerek yataklık ve yardım yapıyorlardı. Aksi takdirde her türlü işkenceye tabi tutuluyorlar ve öldürülüyorlardı. İnsanlar aileleriyle çocuklarıyla korkutuluyorlardı. Bölgede yaşanan tüm bu olumsuzluklar ,bölgede görev yapan güvenlik kuvvetleri ve bölgedeki sivil yetkililer tarafından biliniyordu . Bazen onlarında çok çaresiz kaldığı durumlar yaşanabiliyordu. 15 Ağustos 1984 'te Özal "Üç beş eşkıyanın işi bu deyip bu olayları geçiştirmeseydi 18 Nisan 1992'de bölücü terör örgütü PKK güpe gündüz devlet karayolunu kesip kimlik sorup cinayet işleyebilir miydi? Eldeki imkanlar ve teknoloji kısıtlıydı. Herşeye rağmen güvenlik kuvvetlerimiz vatan toprağından bir çakıl taşını bile vermemek için sivil ya da resmi canı pahasına kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde altın harflerle destan yazıyordu. O yıllarda ödenen bedeli ve o destanı yazan isimsiz kahramanları görmezden gelenler maalesef kendi debdebeli hayatlarından en küçük bir tavizi bile vermiyordu. Ucu kendilerine dokunmayanlar hiçbir şeyden rahatsızlık duymuyorlardı. O yılanın bir gün kendilerini de sokabileceğini düşünmüyorlardı.

Vatan için en kutsal varlığını canını seve seve veren şehitlerimizin az katlı, kıyıda köşede kalmış baba evleri ise tarifsiz bir acıyla adeta yangın yerine dönüyordu. Bir şehit yakını olarak o yangının bir daha hiç sönmediğine olan birebir tanıklığım yıllardır devam ediyor. İçim acıyor, canım yanıyor ama elimden bir şey gelmiyor. 18 Nisan 1992'de Pamuk Geçidi Cehenneminde yaşananlar PKK'nın vahşetini bir kez daha gözler önüne tüm çıplaklığı ile serdi. Yabancı bir ülkenin toprağında değil , kendi vatan toprağında ülkesinin vatandaşları tarafından 4 genç astsubayın hunharca şehit edilmesi kabul edilebilir bir durum değildi ama canımızı yakan acı bir gerçekti. Aslında bu acı gerçek güpe gündüz devlet karayolunu kesip vahşice asker ,sivil demeden insanları katleden teröristlerin palazlanmasına buna bağlı şımarmasına da imkan veriyordu. Çünkü o yıllarda maalesef teröristler yolları kesip saatlerce kayıp vermeden eylemlerini sürdürebiliyorlardı. Bu durumu anlamak mümkün değildi. Bir yerde hata yapılıyordu. O hatanın bedelini ise vatan evlatları ödemek zorunda kalıyordu. Her şeye rağmen yaşanan hiçbir şey gizli kalmıyordu. O yıllarda internet ,cep telefonu gibi hızlı iletişim imkanları yoktu. Haberleşmede teleks ve telgraf kullanımı yaygındı.. Yine de Kara haber tez duyuluyordu. Hem de yıldırım hızında bir yerden bir yere bomba gibi düşüyordu. PKK'lı teröristler sivil ve silahsız astsubaylar Mustafa Karaçimen ,Erkan Iğdır ,Naci Yıldırım ve İlhan Hamlı'ya yaralı oldukları halde hem sürükleyerek ,hem de şiddet uygulayarak işkence bile yapmışlardı. PKK'lı teröristler ne ilk nede son katliamlarını yapmışlardı. O yüzden çok rahattılar. En önemli gıda kaynaklarından birisi kan dökmek, katliam yapmaktı. Güpe gündüz yol kesme eylemlerini başarmış olsalar bile korkusuz ve cesur değillerdi. Silah seslerini duyan ya da olayı haber alan güvenlik kuvvetlerinin olay yerine hızla gelebileceğini düşünen PKK'lı teröristler geride sivil kıyafetli ve silahsız 4 şehit astsubayın naaşını bırakarak Pamuk geçidinden ayrıldıklarında her yer cennet kokuyordu. Teröristler bölgeden uzaklaştıktan bir süre sonra olayı haber alan Jandarma olay yerine gelmişti. Bu arada teröristler Ağrı Dağı semalarına doğru kuş olup uçmuştu. Ama ne gören,ne duyan kimsecikler yoktu. Ne çobanı ,ne köylüsü hiç kimse görmemiş, hiç kimse duymamıştı. Söyledikleri görmedik ,duymadıktan başka bir şey değildi. Biraz önce eşkıyanın hüküm sürdüğü ,asıp kestiği gürlediği yerde güvenlik kuvvetlerimiz büyük bir üzüntü içerisinde görevini yapıyordu. Pamuk geçidinde eşkıyanın yol kesip, kimlik kontrolü yaptığı yerde şimdi askerler yolu kesmiş kontrollü araç geçişini sağlıyorlardı. Keşke aynı şeyi PKK'lı teröristler yol kesip kimlik kontrolü yapmadan yapsalardı, diyoruz. Geçmişte de bu bölgede benzer şeyler yaşanmıştı. Yollar kesilmiş ,eşkıya kimlik kontrolü yapmıştı. Nedense geçmişte yaşananlar yeterince ders olmamış ,tedbirler yetersiz kalmış eşkıya bunu fırsat bilip kırsalda güpe gündüz yol kesip ,pusu kurup, kimlik kontrolü ve katliam yapmaya devam edebilmiştir. Ama herşeye rağmen güvenlik kuvvetlerimiz yerleşim yerlerinde olduğu gibi tüm kırsalda da canını ve kanını ortaya koyarak PKK'lı hainlere gereken dersi vermeyi sürdürmüştür. Terörün zirve yaptığı bu dönemde Iğdır kırsalındaki Pamuk geçidinde sivil ve silahsız 4 genç astsubayımızın güpe gündüz pusuya düşürülerek vahşice şehit edilmesi olayı bölücü terör örgütünün gerçek yüzünü bir kez daha tüm dünyaya göstermiştir. Açık ve net ifade ediyorum gerçeklere gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkayan o yılların sözde insan hakları savunucuları her fırsatta bölücü teröristlere sahip çıkarken bu insanlık dışı olay karşısında tek bir kelime bile etmemişlerdir. Ama her fırsatta güvenlik kuvvetlerimizin bölücü teröristlere orantısız güç kullandıklarını ifade etmeyi ve ülkemizi başka ülkelere şikayet etmeyi sürdürmüşlerdir. Askerimiz ve polisimiz ise hiçbir şekilde yasal sınırların dışında hareket etmemiş bölücü hainleri yaptıkları her türlü kötülüğe rağmen sağ yakalayıp adalete hesap vermelerini sağlamak için büyük bir gayret göstermişlerdir. O yıllarda teröristler binlerce sivil masum insanımızla birlikte ,asker ve polisimizi de her fırsatta şehit etmişlerdir. Ama hiçbir şekilde vahşice katledilen her yaş grubundaki masum insanlarımızın ,şehit edilen askerlerimizin, polislerimizin ve güvenlik korucularımızın kanı güvenlik kuvvetlerimiz tarafından yerde bırakılmamıştır. Bu yüzden Pamuk geçidinde yol kesip yaralı yakalayıp araçlarından çıkartıp yaklaşık 50 metre yol dışına sürükleyip şehit ettikleri 4 genç astsubayın faillerinin olay yerinden kaçmış olmalarına rağmen mutlaka bir gün döktükleri kanın hesabını adalete vereceğini umuyorduk. Bunu bekleyip görecektik. Ama beklemeyen bir şey vardı o da kara haberdi.4 genç astsubayın hain bir pusuda şehit düştüğü haberi şehitlerin memleketlerine ve tüm ülkeye TRT televizyonu kanalıyla akşam ana haber bülteninde verildi.

(Devamı yarın)