2015 seçimlerine sayılı günler kala, bir milletvekili aday adaylığı furyası yaşanmaktadır. Bilemiyorum ama, kimileri belirli yerlerden işaret almışlar ki, istifa ederek aday adaylığına soyunmaktadır. Elbette, tek seçicilik sisteminin olduğu ülkemizde, her aday adayının Ankara da seçim listesinde yer almak için nasıl çalışma içinde bulunduklarını, burada aracı olarak kimleri nasıl kullandıklarını zikretmeyi gerekli bulmuyorum. Öteden beri üzerinde durduğum gibi, her partide; parti başkanının tek seçici olduğu ve otoritenin tek bir kişide toplandığı sistemde, içinde demokrasi kelimesinin nerede yer aldığını bilebilmek çok zordur. Bana göre, parti liderlerinin otoriteyi tek elde tutmaları, kendilerinin partiye hakim olmaları bakımından önemlidir. Yalnız, bu şekildeki bir sistem içinde, milletvekili seçilen şahısların parti başkanlarının tercihleri yönünde hareket etmeleri gerekir. Zira, bir sonraki seçimde tekrar aday olabilmeleri, bir yasama dönemindeki biatlerine bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Özellikle, iktidar partisinden çok fazla aday adayının olmasının çok önemli getirisi vardır. Burada üç ihtimal üzerinde durulabilir. Birincisi, listeye iyi bir konumda girerek milletvekili olunabilir. Eğer milletvekili olunamaz ise veya listeye girilemez ise, o partinin önemli bir bendesi olarak listeye girersiniz ve bu sebepten dolayı da belirli çıkarlar elde edebilirsiniz. Bu açıdan bakıldığı takdirde, milletvekili olmak ülkeye hizmet etmek yerine, şahsi çıkarlar için bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. İşte ülkemizdeki siyasetin önlenemez cazibesi buradan kaynaklanmaktadır. Onun için, oldukça fazla aday adayı ortaya çıkmaktadır. Elbette, bunlardan % kaçının listeye gireceği belirsizdir. Ama, burada hiç beis yoktur; her durumda kârlı çıkılmaktadır. Milletvekili olunca yapılan yeminin içeriği ile davranışlar arasındaki aykırılık, bunun en önemli delilidir ve milletvekilleri iş takibi yapmaktan öte işleri yoktur.
Türkiye de anlamakta güçlük çektiğim diğer bir husus ise, siyaset ile bürokrasi veya teknokratlar arasındaki ilişkilerdir. Yasama görevi ile bürokrasi çoğunlukla birbirine karıştırılmaktadır. Bilindiği üzere, TBMM yasama görevi yapar ve yasaları çıkarır, bunun yanında denetleme görevini de yapar. Teknokratlar ise, Meclis’ten çıkan kanunlara uygun olarak ülkeyi idare temekle yükümlüdürler. Burada, siyasetin, bürokrasiye çok fazla miktarda müdahale ettiğini görüyoruz. Çoğunlukla, bir bakan veya başbakan şu işin böyle yapılması için emir verdi veya talimat verdi gibi haberleri duyuyoruz. Eğer bir konuda yasal engel yok ise, bürokratik teamüllere göre bir işin yapılmasına engel olması gerekir. Eğer, kanuni engel var ise, zaten yapılmaz. Burada acayip olan husus, yasama görevini üstlenen milletvekillerinin, öncelikle kendileri tarafından çıkarılmış olan kanunlara harfiyen uyumaları gereği vardır. Ülkemizde olduğu üzere onların asla öncelikleri olmaması gerekir. Canlılar arasında, kanun çıkararak bunlara uyum sağlayarak, ülkenin ileri gitmesi için çalışan sadece insandır. Eğer, kazanılmış olan bazı unvanlara göre, diğerlerinden üstün bir idare şeklinin demokrasi olduğunu söylemek de mümkün değildir. Kanunlar karşısında herkes özeldir, ama kimileri daha fazla özeldir kavramının demokrasi içinde yeri yoktur. Bütün milletvekillerinin davranışları ile çıkardıkları kanunlara uyarak, millete örnek olmaları gerekir. Çünkü, belirli mevkileri işgal edenlerin uyumsuzlukları, millete kötü örnek olmaktadır. Özlediğim demokrasinin ülkemizde tahakkuk etmesini bütün kalbimle dilerken saygılarımı sunarım.