Farklı güzelliklerin yaşandığı yaylalar.
Gün geçtikçe daha fazla değerleniyor.
Öyle ki bazılarının belli dönemlerde özel ziyaretçileri var.
Ama nasıl değerleniyor dersiniz.
Biz yaylaları birkaç günlüğüne turistik amaçla hatırlıyor olduk.
Halbuki baharın başlamasıyla tazelenir yaylalarda yaşam.
Sarıdan pembeye, beyazdan maviye dönüşen değişik tondaki çiçekler.
Zirvelerden vadilere akıp giden buz gibi sular.
Bunlar yaylaların belirgin özellikleri.
Fakat yaylaları geçmiş yıllarla kıyaslarken, konaklayanlar açısından üzülmemek elde değil.
Bir zamanlar mera paylaşımlarında tartışmaların yaşandığı yerler biraz sahipsiz gibi.
Yine de o yerlerde hayata tutunanlar hiç yok da değil.
Oraları mesken tutan, 'Burada doğdum, burada öleceğim' diyenler.
Yaylalara ömürlerini sıkıştıranlardan söz ediyorum.
Geçenlerde Ordu'nun Pınarlı Köyü'nden kendimizi vurduk zirvelere.
Doğal güzellikler arasında yöresel türküleri mırıldanarak girdik yaylanın düzüne.
Baktım ki bu yaylada eski neşesini arar durumda.
Görünürde birkaç büyük hayvan, küçük çapta koyun sürüsü ve birkaç köpek…
Önceden kullanılan virane olmuş yayla evleri.
Kara demlikle açık havada çay hazırlanırken dikkatimi çekti uzakta birisi.
Hayvanını çevirmek için peşinden koşmaya çalışan yaşlı bir adam.
Elinde ekmeği, ineğini ahıra sokmaya çalışırken selamlaştım kendisiyle.
Selamıma 'Hoş geldin evladım!' diyerek karşılık verdi.
Hayvanını ahırına yönlendirirken kendisiyle biraz sohbet ederek yürüdük evine doğru.
Etrafı tel örgülerle çevrili evinin avlusunda irice bir köpek.
'Korkma evladım, gir içeri.' diyerek cesaretlendirdi beni.
'Dayı, tek başına mı oturuyorsun yaylada?' dedim.
'Yanımda ihtiyarım da var.' deyince, anladım eşiyle yılların yaylacısı olduğunu.
Zirvedeki sadece iki yayla sakininden birisiydi Nuri Dayı.
Ömrünü yaylasına neredeyse vakfeden Nuri Dayı'nın çoluk çocuğu, torunlarının hepsi şehirde; ama o her şeye rağmen geçmişteki düzenini sürdürüyor.
'Şehir bizi boğar, oralarda duramayız.' dedi.
Nuri Dayı hanımına 'Misafirimiz var!' diye seslenince teyze de evden dışarı çıktı.
İhtiyaçlarını giderecek çapta hayvancılığı güle oynaya yapan, birbirinin sırtına yaslanarak seksenine merdiven dayamış iki yaşlı insan, o kadar huzurlu bir yaşam sürdürüyorlardı ki.
İkisi de ısrarla 'Yemeğimizi yemeden, çayımızı içmeden gidemezsin!' deyince, Anadolu insanının misafirperverliğinin ne denli yüksek olduğuna bir kez daha tanık oldum.
Haberleşmeyi sorunca ' İkimizin de ayrı telefonu var.' dediler.
'Geçinebiliyor musun?' dediğimde 'Rahatız, Allah'a şükürler olsun! Hayvanlarım, peteğim var, hatta bu sene bal biraz para yapacak galiba. Allah devlete zeval vermesin. Hanımla ikimize yaşlılık aylığı veriyor. O bile bize yetiyor' dedi.
Mayıs ayında gelip, karın düştüğü Kasım ayında köylerine iniyorlarmış.
Yaylaya beraber geldiğim arkadaşların yanına giderken Nuri Dayı ile sohbetimiz devam etti. Bir şey ikram edememenin rahatsızlığını dillendirirken, 'Ben gezginim. Söz veriyorum, bir daha gelince evinde misafirin olacağım.' dedim.
Ömrünü yaylalarda tüketen 'Yaylanın Nuri Dayısı' ve eşi.
Onların hayata tutunuşlarını görmezden gelemezdim.
Yaylalar onların doğallığını da adeta koruma altına almış.
Fakat Nuri Dayıların azalması endişelendirir beni hep.
Hızla bu gidiş bizi nereye götürecek diye.
----------------------------------------------------
Rakip takımların Milli Marşlarını yuhalamak bize yakışmaz.
Bu Fransa Milli takımı olsa dahi.
Bu hassasiyet Türk Milletini aşağılamaz aksine yüceltir.
Biz bize yakışanı yapmak zorundayız.