Tarihimizde ağustos ayı zafer ayıdır.
Hem de öyle bir zafer ki, biri Anadolu'nun kapılarını açarken, diğeri de açılmış kapıları kapatmaya çalışanları kovan ve denize dökendir.
Biri 1071 Malazgirt Zaferi, diğeri 1922 zaferi.
Biri 26 Ağustos, diğeri 30 Ağustos'tur.
Geçen yılların Malazgirt Zaferi'nin yıldönümlerinde Malazgirt Zaferi Günü'nü milli bayram olarak ilan edilmesi teklifinde bulunmuştuk.
30 Ağustos için zaten bayram yapıyoruz.
Zafer günlerimizin yıldönümlerinde suni sancılarla doğum yapmaya çalışıyoruz.
'Vurduk- vurulduk; kırdık- kırıldık; öldürdük-öldürüldük' gibi çağrılı halk destekleriyle hamasi nutuklarla geçiştiriyoruz.
Ecdadı yüceltme ve bizler de onların çocukları olmamız hasebiyle şeref ve kuvvet arayanlar temeli üzerinde kurulu bir anlayış sergilenmektedir.
Oysa çocuklarımıza Çanakkale'yi Çanakkale, Büyük Taarruz'u Büyük Taarruz, Malazgirt'i Malazgirt yapan ruhun beslendiği değer ve kaynakları veremiyoruz, vermiyoruz.
Daha açık bir ifadeyle söylersek, Alparslan'a beyaz cübbeyi giydirip hutbeye çıkartan, indirip secdeye kapattıran imanı, ruhu, amacı ve vatan aşkını yeterince öğretemiyoruz.
Bir günlük bir yükleme ve nutuklarla bunların olmayacağını bilmiyoruz.
Eğitimimizin kalıpları bu ruhun şekillenmesine engeldir.
Tarih öğretimimiz asla milli değildir.
Tarih öğretimimiz 30 Ağustos, Malazgirt ve Çanakkale ruhunun oluşmasına yeterince katkı sağlamıyor, sağlayamıyor.
Nutuklardan acilen ruh terbiyesine intikal etmek gerekir. Zaferin kutlanmasından daha önemlisi zaferi kazandıran ruhu kazanmaktır. Kalıcı olan budur. Selam ve sevgi ile….