SONSUZA KADAR ANNESİNİN MAVİ GÖZLÜ PAŞASI
ŞEHİT ASTSUBAY İSTİHKAM TEKNİSYEN KIDEMLİ ÜSTÇAVUŞ İLHAN HAMLI
BİR KARDEŞ
UNUTMADIK UNUTMAYIN UNUTTURMAYIN
18 Nisan 1992 -18 NİSAN 2023
4. BÖLÜM

Şimdi daha farklı ,şimdi daha insani kurallarla olması gerektiği gibi hareket ediliyor. Daha sıcak ve daha ilgililer. Hiç bir şekilde şehit yakınlarını defin sürecince yalnız bırakmıyorlar. Resmi ve sivil görevliler bu konuda şehit ailelerine daha hassas davranıyorlar. Bugün bunu artık daha net görüyoruz. Şehit Astsubay İlhan Hamlı'nın babaevinde zaman hızla geçiyordu. Dakikalar dakikaları, Saatler saatleri kovalıyor 18 Nisan (1992) neredeyse ,19 Nisan'a evriliyordu. Şehit astsubay İlhan Hamlı'nın Samsun'da bulunan babaevindeki akraba ve komşu trafiği çok yoğundu.Acı haberi alan koşup gelmiş ya da sabit telefonla arıyordu. Aile Kars'a gidip şehitlerini alıp getirmek ,ne olup bittiğini yerinde görmek istiyordu. Aileye ait bir araç yoktu. bunun içinde Tekele (Sigara Fabrikasına) işçi servisi yapan Transit bir minübüs ayarlanmıştı. Gece saat 24:00 olduğunda Bafra'dan gelip ,aileyi yakınlarıyla birlikte Kars'a götürecekti. Minübüs Kars'a aileyi ve yakınlarını götürmek üzere tam saatinde şehit Astsubay İlhan Hamlı'nın Samsun ili İlkadım ilçesi Yenidoğan mahallesindeki babaevine geldi. Çift şoför gelmişlerdi . Yol uzun ,araç küçüktü. Önemli olan sağ salim gitmekti. Kolay bir yolculuk olmayacaktı. Çünkü PKK'lı teröristler o yıllarda sık sık yol kesme eylemi yapıyordu. Nerede ne zaman ne şekilde yol kesecekleri belli olmuyordu. Özellikle de gece yolculukları bu yüzden kabusa dönüşebiliyordu. Ne acıdır ki bazı bölgelere seyahat etmek son derece tehlikeliydi. Yolcu yoluna gerekti. Ailenin Samsunda 1 dakika bile fazladan beklemeye tahammülü kalmamıştı. Bir an önce yola çıkmak istiyorlardı. Şimdi bekleme yapacak zaman değildi.18 Nisan 1992 bitmiş 19 Nisan 1992 gecesinin ilk dakikaları başlamıştı. Artık Kars'a gitme zamanı gelmişti. Ne zaman yola çıkmışlardı? Samsunu çoktan geride bırakmışlardı. Araç içerisinde bir sessizlik hakimdi. Şehit İlhan Hamlı'nın annesi, babası,ağabeyi birkaç yakın akrabası ve babasının mahalleden bir arkadaşı uzun bir yol katedip yolculuklarını sağ salim Kars'da bitirmeyi planlıyorlardı. Daha önce sadece İlhan Hamlının anne babası Kars'a gitmişti. Diğerleri ise Kars'a ilk kez gidiyorlardı. Erzincan sınırlarına girdiklerinde gün aydınlanmıştı .Şoför çok yorulmuş Erzincan'da ihtiyaç molası vermişti. Ama Erzincan'ın hali çok perişandı. Çünkü, Erzincan 'da 13 Mart 1992'de 6.8 şiddetince can ve mal kaybı ile sonuçlanan büyük bir deprem felaketi yaşanmıştı. Deprem felaketinin tüm izleri Erzincan'ın her yerinde görülüyordu .Erzincan'da ayakta gördüğümüz sağlam binalardan birisi Devlet Su işleri yerleşkesi idi. Devlet Su İşleri Yerleşkesinin Nizamiyesindeki özel güvenlik görevlisinden Samsun'a telefon açmak için bir PTT şubesi ve mola verebilmek için bir yer olup olmadığını sormak için Samsun plakalı minübüsle DSİ'nin önünde durmuşlardı.. Kars'a Şehit Cenazesi için gittiğimizi söylemişlerdi. Bunun üzerine görevli Devlet Su İşlerinin sabit telefonunun kullanılmasına izin verdi. Nerede mola verebilecekleri yeri de tarif etti. Neresi olduğunu bile bilmedikleri nasılsa depremde ayakta kalmış çorba servisi de yapan küçük bir çay ocağının bahçesinde dinlenmek için mola verilmişti.15-20 dakikalık bir ihtiyaç molasından sonra 55 plakalı minübüs tekrar yola çıktı. Günlerden pazardı, devlet karayolu boştu. Yolun boş olması insanı gerçekten ürkütüyordu. Ama hiç kimsede hiçbir korku yoktu. Kars'a bir an önce gitmek isteyen şehit Astsubay İlhan Hamlı'nın babası ,"yürekleri varsa alçak PKK'lılar ,bizimde yolumuzu kessinler" diye tepki veriyor başkada bir şey demiyordu. Yürek yangını o kadar büyüktü ama yangın sadece ateşin düştüğü yerdeydi. Başkaları için yaşam debdebeli bir şekilde devam ediyordu. Hangi annenin, hangi babanın gecenin bir yarısı yüreğine ateş düştüğünden kimsenin haberi yoktu. Erzurum'un ilçesi Hasankale'den geçerken trafik karmaşası arasında bir askeri servis otobüsünün geçtiğini yanında da servis aracına koruma sağlayan silahlı askerlerin elleri tetikte takipte olduğunu görmüşlerdi ki, bu görüntü o yıllarda bölgede yaşanan terör tehdinin ilk işareti gibiydi. Herşey gerçekti. Ne hale gelmiştik her an bir terör saldırısı yaşanır, endişesi ile görev yerlerine giden askeri personel yine askerler tarafından koruma kalkanına alınarak götürülüyordu. Burası bizim ülkemizin vatan toprağı ve bu askerlerde bizim ülkemizin bağrından çıkardığı kendi öz evlatlarıydı.1992 yılında böyle bir görüntü ile karşılaşmak son derece üzüntü veren ,canımızı acıtan bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteren gerçek bir durumdu. Nasıl olmuştu da bu hale gelmişti ülkemiz. Nasıl olmuştu da hainlik bu kadar içimize sızmıştı. İçimizdeki hainler ne yazık ki iç ve dış güçlerin maşası olmuştu. Teröristler gündüz birlikte çalıştığı ,aynı kahvede oturduğu, aynı mahallede ,aynı köyde komşuluk yaptığı, birlikte büyüdüğü en yakınındaki o insana gece kalleşçe pusu kurup vahşice katledebiliyordu. Terör örgütü mensupları insani değerlere hiçbir saygısı olamayan ,insani özelliklerini kaybetmiş kandırılmış ya da gönüllü katiller sürüsünden başka bir şey değildi ki, masum insanları acımasızca katlediyorlardı. Onlar için yaşam hakkının hiçbir önemi yoktu. Beşikteki Kürt bebeğin kanını akıtan yine onlardı .

Bu kadar gözü dönmüş uzaktan kumandalı kuklanın zarar vereceği bilinmiyordu. Belki de bu yüzden içimizdeki hainlere karşı her zamankinden daha temkinli yaklaşılıyordu. Kendi askerimizin kendi servis aracını kendi ülkemizde korumaya almasının bir nedeni de belki de buydu. Su uyur düşman uyumazdı. Maalesef kendi vatandaşlarımız olan hainler kendi askerlerimize pusu kurabilecek kadar gözü dönmüş zavallı cellatlardan oluşuyordu. Bir gün önce 18 Nisan 1992'de Pamuk Geçidinde yol kesme eylemini gerçekleştirerek Kars 14 Mekanize Tugay Komutanlığı emrinde görevli sivil ve silahsız astsubaylar Mustafa Karaçimen ,Erkan Iğdır ,Naci Yıldırım ve İlhan Hamlı'yı şehit edenlerde bu alçak PKK'lı teröristlerdi .Bu hain saldırı bir çatışmada yaşanmadı. Bu hain saldırıda katledilenler sivil ve silahsızdılar. Kendi araçları ile seyir halindeydiler pusuya düşürüldüler. Tek suçları Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olmaktı. Böyle bir suç olabilir miydi? Böyle bir suç icat edenler kimdi? Abdullah Öcalan tarafından kurulan terör örgütü PKK ,Suriye'den yine dış güçlerin desteği ile Abdullah Öcalan tarafından yönetiliyordu. Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatlarıyla yollar kesiliyor, köyler, karakollar, okullar, devlet kurumları basılıyordu. Hatta ve hatta devlet yanlısı olanların kümesteki tavuklarının bile katledilmesi teröristbaşı Abdullah Öcalan tarafından emrediliyordu. Yaşam hakkı denilen hak Abdullah Öcalan tarafından verilen emir ve talimatlarla masum insanların elinden alınıyordu. Vahşiliğin barbarlığın daniskası PKK'lı teröristler tarafından gerçekleştiriliyordu. Kana doymayan ,masum insanları acımasızca katleden bir terör örgütü ülkemizde masum insanlara yaşamı dar ediyor kan kusturuyordu. Devlet elbette seyretmiyordu. Asker ve polislerimiz canı pahasına en ıssız, dağlarda ,köylerde ,şehirlerde yerlerde teröristlerle mücadele ediyordu .Bu uğurda hem şehit ,hem gazi oluyordu. Bu kolay bir mücadele değildi. Çünkü o yıllarda kimin terörist kimin vatandaş olduğunu anlamak kolay değildi. Teröristin alnında terörist yazmıyordu. Ama asker belliydi ,korucu belliydi, polis belliydi ,devlet görevlisi belliydi.

Terörist gündüz normal işinde gücünde vatandaş gece kılık değiştirip her türlü hainliği yapacak kadar alçalan bir kalleşti. İnsanın en doğal hakkı olan yaşama hakkına yönelik onbinlerce saldırıyı gerçekleştiren PKK 'yı terörist seviciler her fırsatta aklama girişiminde bulunuyor, sözde insan hakları savunucularını devreye sokuyorlardı." Yargısız infaz" yaygarası koparıyorlardı. Sivil ve silahsız Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yollarını keserek astsubay olduklarını anlamaları üzerine şehit ettiklerinde bu yargısız infaz olmuyordu (!) Yasadışı örgüt ve grupların sivil kıyafetli ve silahsız astsubayları "suçlu" kabul etmesi ve sonrasında şehit etmesi insan yaşamına yönelik bir saldırı değil miydi? Bu bir yargısız infaz ve insan yaşamına saldırıydı. O dört astsubayımız da diğer TSK mensubu arkadaşları gibi vatana ve halka hizmet için o bölgede canlarını hiçe sayarak görev yapmaktaydı. TSK mensubu oldukları için şehit edildiler. Bu yüzden bütün hayallerini ,gençliklerini ,umutlarını hain bir saldırıda Pamuk Geçidinde bıraktılar .Türk Silahlı Kuvvetlerine girerken içtikleri yemine hiç ihanet etmediler ,gereğini yapmaktan hiç pişmanlık duymadılar. Şimdi gereğini yapma zamanıydı. Ne annem, ne babam ,ne eşim ,ne çocuğum ,ne hastam var demenin zamanı değildi. Şehadet beklemezdi. Zaman şehadet zamanıydı .Teslim olmak değil hainin suratına tükürmekti TSK mensubuna yakışan ,onlarda aynen bunu yaptılar. Bütün yaşamları bir filim şeridi gibi gözlerinin önüne gelmişti hayatı şerefle bitirmenin huzuru içerisinde yargısız bir infaz sonucu 4 güzel asker daha vatan toprağına aynı anda düşerek bedel ödemişti. Bu herkese nasip olmayacak kadar kıymetli ve kutsal bir bedeldir.

(Devamı yarın)