Ben, üniversiteye gidinceye kadar sınıfta kalmak nedir bilmedim. Bırakın sınıfta kalmayı ikmale kalmak da nasıl bir şeydir, onu da bilmedim. Dahası zayıfı da görmedim karnemde, ortayı da. Pek az iyi çokça da pekiyi hatta bazen sadece pekiyi olurdu. Zeki miydim, bilmiyorum ama çok çalışırdım. Babaannem sabah ezanıyla kaldırır yatsı ezanıyla da yatırırdı.
Ben zayıf almak, sınıfta kalmak nedir onu üniversitede öğrendim. Oldukça yüksek bir puanla girmiştim hukuk fakültesine ve hevesle de başlamıştım ders takibine, hocaları dinleyip not almaya. Kısa süre sonra bıraktım derse gitmeyi, not almayı ve hukuk kitaplarını okumayı. Siyasete dalmıştım daha doğrusu vatan kurtarmaya soyunmuştum. Ve mukadder akıbet gecikmedi, önce ikmale kaldım, sonra sınıfta.
Ben aynı bendim ve aynı Allah'a aynı kuvvetle ve aynı imanla dua ediyordum. Dersimi çalıştığım sürece beni hiç tökezletmedi Yüce Allah, ama dersimi çalışmadığım, üzerime düşeni yapmadığım sürece de tüm dualarım pek bir işe yaramadı.
Son zamanlarda Osmanlı daha sık geliyor gözümün önüne, hatta hiç gitmiyor. Gençlik yıllarımda sadece zaferlerini bilirdim Osmanlının ve çok da mutlu olurdum o zaferleri okurken, dinlerken, anlatırken. Hele de akıncılar hele de denizciler, korsanlar. Her bahar Balkanlardan başlayıp ta Almanya içlerine kadar bir rüzgar gibi Avrupa'yı bir baştan bir başa harmanlayan o akıncılar, o deryayı düşmana çıkılmaz kılan denizciler.
Çok sonradır benim, daha doğrusu kendini sağda tanımlayan bizim kesimin zaferler tarihinden yıkılış tarihine göz atmamız. İlk iki, üç asrı ne kadar gurur ve umut verdiyse bana son iki asrı da o kadar elem veriyor. Zaferlerle gidilen milyonlarca kilometrekare coğrafyadan yenilgilerle ve acılarla dönüş kime hüzün vermez ki? Hele de o Balkan dramı. Neye yanalım? Dört küçük Balkan devletçiğine bir buçuk ayda yenilişimizdeki tarihi utanca mı yoksa kaybettiğimiz yarım milyonu aşkın Türk'e mi? Ya da ve belki de en önemlisi kaybettiğimiz vatana mı? Balkanlar bizim Avrupa'daki anavatanımızdı. Biz Balkanlarda toprak değil vatan kaybettik.
Osmanlının son iki asrı derken niyeyse aklımıza cephelerdeki yenilgiler gelir de ekonomideki geri kalmışlığımızı ve hatta teslimiyetimizi hiç hatırlamayız. Çoğunluk itibariyle söylüyorum, bilmeyiz ki hatırlayalım. Kapitülasyonları, Galata bankerlerini, Düyun-u Umumiye İdaresini, Osmanlı coğrafyasındaki Alman, İngiliz, Fransız, Hollanda, Belçika ve İtalya sermayesinin nasıl cirit atığını ve bizim sırtımızdan nasıl palazlandığını bilmediğimiz gibi.
Bırakın milli sanayiini, milli tüccarı ve milli sermayesi kalmayan bir büyük imparatorluğun yıkılışından bugüne askerlikten eğitime, sanayiden ticarete, tarımdan hayvancılığa alınacak çok dersler var meraklısına ve hangi görüşten hangi meşrepten olurlarsa olsunlar devlet yönetimine talip olanlara. Osmanlı, yükselişinden duyacağımız gurur ve alacağımız ders kadar yıkılışından duyacağımız hüzün ve çıkartacağımız ibret dersleriyle de bizimdir ve çok yararlı bir kitap gibi önümüzde durmaktadır. Tarihi siyasi ve ideolojik saplantılarımızın istismar aracı olarak değil de dünün tecrübelerinden yarınlarımıza bir ışık olarak gören bir tarafsızlık ve dürüstlükle okumak kaydıyla.