947 yıl önce bir kader belirlendi bu topraklarda kılıçla yazılan ve bir daha silinemeyen ve asla silinemeyecek olan. 1071'in 26 Ağustos'unda bu vatan toprakları üzerine Türkmen akıncılarının kılıçlarıyla düşülen kayıt 1922'nin 30 Ağustos'unda Türk askerinin süngüleriyle tescilleniyordu.
Elime kalem almaya başladığım günden beri her 26 ve 30 Ağustos'ta hep yazdım. Televizyon ekranlarında ya da toplantılarda yer ve fırsat buldukça hep anlattım, anlatmaya çalıştım o gurur veren zaferleri.
Ama bir başka 30 Ağustos daha var, hiç yazmadığım. 1968'in 30 Ağustos'udur o. Öncekiler kılıçla, süngüyle, kan ve can pahasına yazılmıştı tarih sayfalarına. Sonuncusu kılıçla, süngüyle ve zorla değil gönül rızasıyla ve kalemle alınmıştı kayıt altına. Bir ebedi vatanın tescili değildir ama o kutsal vatanda bir başka kutsal beraberliğin, bir yuvanın kuruluşunun kayıt altına alınışıdır. O kaydın üzerinden Allah'a şükürler olsun tam elli yıl geçmiştir.
Ne tesadüf; nişanımız da bir başka milli bayrama denk gelmişti, yüzüklerimiz takıldığında takvimler 1966'ın 29 Ekim'ini gösteriyordu. Bunlar planlı değildi ama çok hoş tesadüflerdi.
Çocuktum, dua etmeyi babaannem öğretmişti, önemini de çocukluktan delikanlılığa adım atmaya başladığım günlerde babam. O gündür bu gündür, her Müslüman gibi ben de duayla yatar duayla kalkarım ve Yüce Allah'ıma şükrederim. Sadece verdiklerine değil vermediklerine de.
Göz açıp gördüğüm, gönül verip sevdiğim insanla acısı ve tatlısıyla, sevinci ve hüznüyle ve hepsini de gururla paylaştığım yarım asrı geride bıraktık. Üç pırlanta gibi evlat ve iki aslan gibi torun bu elli yılı süsleyen ziynetlerdir. Ben hem benim gibi birisine tahammül eden, hayatına bana, evlatlarına, aileme ve ailesine adayan, dostlarımı ve arkadaşlarımı kendi kardeşleri gibi kabullenen o kadına, Sevgili Zühal Kara'ya hem de bütün bunları lütfeden Cenab-ı Hakk'a şükranlarımı sunuyorum. Tabii sizlere de; bunca toplumsal sorun dururken kendi sevdasıyla sizlerin zamanını çalan bana gösterdiğiniz hoşgörüden dolayı. Sağ olunuz, var olunuz.