Son zamanlarda kulağımı en çok tırmalayan içimi yakan bir eylem, bir kelime; intihar! Öncelikle bu soğuk kelimenin tanımını inceleyelim. İntihar, sonucunun ölüm olduğunu bilerek, canlının kendisine yaptığı eylemdir. Bireyin kendisine yönelik veya çevresine yönelik bir saldırganlık veya ceza verme hali olan intihar davranışı, birçok şiddet davranışının aksine, her yaştan kişiyi etkilemekte olup, bireyin bilerek ve isteyerek hayatına son vermesi olarak da tanımlanabilir.
Bu haftaki yazının ne kadar can sıkıcı olduğunun farkındayım. Yazarken, benim içim titremekte. Eminim ki siz de okurken aynı burukluğu yaşayacaksınız. Öncelikle bunun için tüm okuyucularımdan özür diliyorum. Ancak son zamanlarda yaşanan çocuk yaşlardaki kişilerin intiharlarına, gözüm kapalı bakamazdım. 1 ay içerisinde, basına yansıyan yaklaşık beş çocuğumuzun intihar haberleri ile sarsıldık. Bu çocuklar 9, 10, 17… yaşlarında… Çoğunun sebebi, istenilen sınav notlarını alamamış olmaları. Henüz bedensel ve zihinsel gelişimlerini tamamlamamış, kişilikleri gelişmemiş, hayatın çeşitli mutluluklarını, zevklerini yaşayamamışlardır. Peki, bu küçük insanlar, henüz bu yaşta niçin intihar yolunu seçmişlerdir? Doğmak, yaşamak ve ölmek ayrılmaz bir üçlüdür. En uzun kısım yaşamaktır. Hayatın anlam kazanması yaşamakta gizlidir. Peki, bu çocuklar nasıl oluyor da yaşamak kısmını doğmak ve ölmek kadar kısa yaşamayı tercih etmişlerdir?
Şimdiki nesil çocuklar öyle söylenildiği gibi çok şanslı falan değil! Hatta belki en şanssız bir dönemi yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Çünkü, bir at yarışına göre programlanmış sistemin içinde, sonradan görme hızlı erişime sahip hazırlıksız ebeveynlerin programladığı ürünlere maruz kalıyor çocuklar. Çocuğun büyüdüğünde ne olacak sorusuna cevap hep iyi bir meslek, çok para kazanılan meslek. Oysa çocuğa sorsak, renkli mesleklerden söz eder. Çünkü tercihlerinde hayal güçleri var. Tercihlerinde, kendine yakıştırma var. Oysa ebeveynlerin meslek seçimlerinde sadece statü ve para var. Çocukların yaşıtlarıyla karşılaştırılmaları sonucuyla her şey başlıyor. Sistemin dayattığı ama asla bu sistemi dayatanların yaşamayacağı zorlukları aileler yaşamaya başlıyor. Hatta ''Ben çocuğuma baskı kurmam'' diyen aileler de el altından çocuklarını kurslara, dershanelere taşıyor. Bu dönemin çocukları, ailelerinin altın günlerinde, toplantılarında, alışverişlerinde bile sınav muhabbeti yapılan bir toplumda yaşar oldu. Bir günde çözebildikleri test sayısı ile ölçüldüler. Eğitimcilerin ve ailelerin elbirliği ile çocukların çözdükleri test sayısı, aldıkları kurs sayısı hesaplandı, hayaller büyüdü. Çocuklar arası kıyaslamalarsa hobi haline geldi. Kurs sayıları arttıkça, başarı beklentisi arttı. Oldu ki başarı yakalandıysa da bu başarı çocuklarına değil de, bu uğurda harcadıkları servete paye edildi. Sonunda, sağa sola koşuşturulan bu çocukların sıkışan ruhlarını kimse fark edemedi- edemiyor.
Her çocuk doktor, mühendis, mimar, avukat vb. olmak zorunda değil! Ama her çocuk, çocuk gibi yaşamak zorunda!