Bu yazı, her ikisi de bizim olan Osmanlı ile Cumhuriyeti yarıştırma ve asla birini övüp diğerini yerme yazısı değildir. Ama öbür taraftan bu yazı son zamanlarda birileri tarafından belli bir ajanda gereği her fırsatta horlanan ve hatta sövülüp sayılan 'Cumhuriyet'in devraldığı mirası bütün netliği ile ortaya koymaya çalışan bir yazıdır. Tarih kimileri etnik eziklik kimileri yanlış bilgiler ve kimileri de günlük siyaset sevdasıyla hareket edenler tarafından çarpıtılırken birilerinin de gerçekleri bütün netliği ile ortaya koyması aynı zamanda bir aydın görevidir.

Daha önce de tekrar tekrar vurguladığım şu gerçeği bir kere daha hatırlatacağım ki Cumhuriyet, Osmanlı’yı yıkmamıştır. Osmanlı yıkıldığı için Cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyet, Osmanlının düşmanı ve yıkıcısı değil mirasçısıdır.

Sevr, Osmanlı’nın son, Lozan ise Cumhuriyeti kuran mücadelenin ilk uluslararası antlaşmasıdır. Sevr’in Türkiye’sinin yüzölçümü 330 bin, Lozan’ın Türkiye’sinin yüzölçümü ise 780 bin kilometrekaredir.

Dün o coğrafyada çoğu hastalıklı ya da engelli 8-9 milyon insan yaşıyordu. 1920’de Güneydoğu Anadolu’da üç milyon insanın trahomlu olduğu söylenmekte ve bunun için de Adıyaman’a “Körler Ülkesi” denilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda askerlerimizin yüzde kırkı veremlidir. 1923’te bu ülkede otuz ikisi azınlıklara veya yabancılara ait seksen altı hastane ve toplam 4 bin 637 yatak, 554 doktor, 69 eczacı, 560 sağlık memuru, 136 ebe, 332 idari görevli ve sadece, evet sadece 4 hemşire vardır. 1905’te Trabzon’daki 5 sivil doktorun ve 6 eczacının tamamı gayrimüslimdir.

1935’te hastane sayısı 176’ya, yatak sayısı 13 bin 38’e, doktor sayısı bin 625’e, eczacı sayısı 135’e, sağlık memuru sayısı bin 365’e, ebe sayısı 451’e çıkacaktır. Asıl müthiş artış hemşire sayısında gözlemlenecek, 1923’te sadece 4 olan hemşire sayısı 12 yıl sonra 325’e çıkacaktır.

Cumhuriyetin devraldığı Osmanlı coğrafyasında 4 bin kilometre demiryolu vardır ama hemen hepsi yabancıların imtiyazındadır. Cumhuriyet bunların tamamını parasını ödeyerek millileştirdiği gibi Atatürk’ün sağlığında 3 bin kilometre civarında yeni demiryolu yapmıştır. Karayolunda durum daha vahimdir. Devralınan karayolu uzunluğu 4 bin kilometresi stabilize kalanı toprak olmak üzere toplam 18 bin kilometredir. Osmanlı, Adapazarı patatesini yolsuzluk nedeniyle nakledemediği için İstanbul halkı Marsilya patatesi yer, ununu Mezopotamya ya da Konya buğdayından daha ucuz olan Amerika buğdayından elde eder.

Osmanlıda erkeklerdeki okuma yazma oranı yüzde dört-beş, kadınlarda binde sekiz civarındadır. Darülfünunda(üniversitede) görev yapan müderris(profesör ve yardımcı öğretim üyesi) sayısı 360, öğrenci sayısı ise 2 bin 700 küsurdur. Tarım ülkesi olan Osmanlıdan Cumhuriyete devreden ziraat mühendisi sayısı ise sadece yirmidir.

Örnekleri çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltabiliriz ama gereksiz. Yalnız bir noktayı vurgulamak zorundayım. Osmanlının kendi merkez bankası yoktur. O görevi adından başka Osmanlı ve Osmanlılıkla uzaktan yakından en ufak bir ilgisi olmayan Osmanlı Bankası( Bank-i Şahane-i Osmani) ifa eder. Osmanlı Bankası kayıtlarını ve müşteri hesaplarını Fransızca tutar, Osmanlı Maliye Bakanlığı ile Fransızca yazışır. Ve Osmanlı Bankası’nda yöneticiler ve memurların tamamı ya yabancıdır ya da gayrimüslimdir. Müslümanlar, Türkler Osmanlı Bankası’nda ya kapıcı, ya güvenlikçi ya da hademedir. Biz Türkler kendi merkez bankamıza ancak Cumhuriyet döneminde 1933’te sahip olabildik.

Eğer bugün bu ülkede Müslüman ve Türk müteşebbis varsa, bu ülkenin ekonomisine ve kaderine Müslümanlar ve Türkler hakimse bunu biz Cumhuriyete borçluyuz. Aziz milletimin sonsuza kadar şanla şerefle yaşaması temennisiyle Cumhuriyetin 93’üncü yıldönümünü kutluyorum.