Seçimler bitti. Herkes kendi açısından durumu değerlendirir; ama sonuçları belirleyen temel etken ekonomi oldu. Bunu özellikle büyük merkezlere bakınca anlamak mümkün.
Geçenlerde Öğretmenevinde Eğitim-Sen'in düzenlediği bir panel izlemiştim. Panele konuşmacı olarak katılan Prof. Aziz Konukman, düşük faiz sayesinde 2018'e kadar gerçekleşen büyümemin artık bittiğini, bu yıl ise % 2 küçülme olacağını, hem işsizliğin hem de enflasyonun artacağını, kişiye özel verilen teşviklerin ekonomiye olumlu etkisinin olmadığını belirtti.
Prof. Hayri Kozanoğlu da, faiz ve dövizin serbest kalınca kontrolünün zorlaştığını, krizin sorumluluğunu sadece uluslararası çevrelere ya da yalnız hükümet politikalarına bağlamanın yanlış olduğunu, her ikisinin birlikte, yaşanan krize neden olduğunu, bütün dünyanın bize karşı birleştiği söyleminin doğru olmadığını söyledi. Borcumuzun 128 milyar dolardan 448 milyar dolara çıktığını, milli gelirimiz düşünce borcumuzun arttığını vurguladı.
Kişi başına milli gelirimiz 12.400 dolardan 9.600 dolara düşmüş.4 milyon işsize bir milyon yeni işsiz eklenmiş durumda. Genç nüfus içinde işsizlik oranı %25 düzeyine ulaşmış ve alım gücü gittikçe daralıyor. Tüketime dayalı ekonomik model arttık bitti.
Tarım ülkesi olan Türkiye, artık kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşürülmüş. Dünya Bankası ve uluslarası kuruluşlarla yapılan anlaşmalar nedeniyle, tarımda teşvikler %1'den fazla olamıyormuş. Bu alanda teşvikler yetersiz olunca çiftçilerimiz üretim yapamaz duruma gelmiş. Ve kendimize yetecek tarım ve hayvancılık üretimi yapamıyoruz. Bir an evvel bu yanlıştan dönülmeli.
Ülkemizi ve insanlarımızı daha zor günler bekliyor. Bu krizin bedelini yoksul halk kesimlerine ödetmek isteyen çevrelere karşı ortak politik bir mücadele vermek, dayanışma içinde olmak, emekçi yoksul halk kesimlerinin tek çaresi olarak görünüyor…