'Edep Ya Hû' diyerek büyütmüşlerdi bizi. Edep, bir toplumda oluşan töreye, örfe uygun davranış hali, utanma duygusu, incelik demekmiş. Sadece bu mu büyüklerimiz hem 'edep ya Hû' hem de 'el-haya vel-iman' derlerdi. Yani 'utanma duygusu imandandır' derlerdi. 'Kork kormazdan, utan utanmazdan' derlerdi.
Onlar belki alim değillerdi ama ariftiler; kullandıkları kelimelerin sözlük anlamını açıklayamazlardı ama hayatta neye karşı geldiğini ve nen kadar gerekli olduğunu çok iyi bilirlerdi. Onlar, belki erdem kelimesini de, fazilet kelimesini de, haysiyet kelimesini de açıklayamazlardı belki ama haysiyetsizlikten utanır, hayasızlıktan sakınır, edep ve iman üzere yaşarlardı.
Bir de sloganımız vardı bizim, biz dediğim, Alparslan Türkeş Beyle birlikte siyaset sahnesine atılan Türk milliyetçileri, Ülkücüler. 'Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti' derdik. Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman'dık. Müslümanlık güzel ahlak demekti. Bizim Peygamberimiz 'güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmişti.'
Dereler çaylara, çaylar ırmaklara, ırmaklar nehirlere akıyordu ve nehirler okyanuslara doğru dağları yarıyordu, ha vardık ha varacaktık. Ne oldu, nasıl oldu, bilinmez -bilinir ama tartışılmaz, konuşulmaz- topraklar yarıldı, sular çekildi ve ummana kavuşması beklenen nehirler hedefini şaştı. Toprak çölleşti, nehirler gölleşti. Dünün kader birliği etmiş yol arkadaşları o göllerde şimdi birbirini boğma derdinde.
Söylemler nefretleri besliyor, nefretler söylemleri pespayeleştiriyor. Dün yabancıların söylemesine izin verilmeyen sözler bugün çok daha ağırlaştırılmış şekliyle dünkü yol arkadaşları tarafından hem de televizyon kameralarının önünde pervasızca dillendiriliyor. Elbet hepsini asla kapsamaz ama kimilerinde ne yazık ki ne ar var ne haya.
Yollar ayrılabilir, dün de önceki gün de ayrılmıştı, bugün de yarında ayrılabilir, nitekim ayrılıyor da, ayrılacak da. Önemli olan ayrılışın ihanetle harmanlanmaması yahut da öyle damgalanıp damgalanmaması. Ve doğrusu, yolların bir yerde kesişeceği ihtimalini hiç göz ardı etmeden ayrılabilmesi.
Edepten, adaptan, ahlaktan soyutlanmış ifadeler muhataplarına değil sahiplerine zarar verir. Hele de o ifadelerin sahipleri 'adap, edep, erdem, ahlak ve fazilet' gibi değerleri temsil eden, en azından öyle bir iddia taşıyan bir geçmişten geliyor ve hala o değerleri temsil iddiasını taşıyorsa.