Pek yaygındır 'yanlıştan dönmek erdemdir' sözü. Bunu hepimiz bilir hepimiz söyleriz de 'yanlışın kime fatura edildiğini, bir başka ifadeyle faturayı kimin ödediğini' pek azımız merak ederiz. Bir de 'yanlış yapmamanın yanlıştan dönmekten önce geldiğini' nedense hep göz ardı ederiz.
Ben her iki İstiklal Caddesi'ni de bilirim. İstanbul'daki istiklal Caddesi'nin doğumunda ve ilk yüz yılındaki saltanatında değil ama son devrindeki son saltanat günlerinde oradaydım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğrenciydim ve Beyoğlu'na, İstiklal Caddesi'ne gitmek bizim için başlı başına bir şenlik, bir merasimdi.
Samsun'daki İstiklal Caddesi'nin şaşaalı çocukluk ve gençlik günlerini onun koynunda yaşadım diyebilirim. İstanbul'dan uzağım oradaki nicelik ve nitelik çöküntüsünü görmüyorum ama Samsun'daki İstiklal Caddesi'nden oldukça sık geçiyor ve hatıralarla yüklü o caddenin can çekişmesini üzüntüyle izliyorum.
Bundan yedi sekiz yıl kadar önce, birbirinden güzel hayaller, birbirinden şaşaalı vaatler ve umutlarla başlamıştı her şey. 'AVM' olacaktı İstiklal Caddesi boydan boya. Trafiğe kapanacak, mağazalar, yeme içme, oturma mekanları oluşacak, caddelerde kafeler yan yana dizilecek, esnaf kazanacak ve Avrupai bir semtte herkes mutlu mesut yaşayacaktı. Caddelere kurulan uzun masalar da ya da yan yana dizilen sehpalarda verilen pide ziyafetlerinin fotoğrafları yayınlanıyor, herkes projenin ihtişamından dem vuruyordu.
Cadde trafiğe kapanalı çok oldu ama iş makineleri hala caddeden çıkmadı, çıkamadı. Bazen bir bazen iki vinçin durmadan inip kalkan sepetinde birileri ya bir yerleri söküyor, ya düşen parçaları çakıyor ya da yeniden ve bilmem kaçıncı sefer boyuyor. Belli ki bir şeyler ya hiç hesaplanmamış ya da hesaplandığı halde önemsenmemiş. Ama zaman ve doğa hesaplanmayan ya da önemsenmeyen gücünü gösteriyor ve her seferinde bir başka faturayı topluma dayatıyor.
Maddi boyutu nedir bilmiyorum. Herhalde birileri açıklar. Burada önemli olan bu işin hazırlanma safhasındaki mühendislik yetersizliği ya da o mesleki bilginin yeterince önemsenmemesi. Bir de faturayı kimin ödeyeceği? Mal sahipleri, yanlış hesap yapanlar ya da ihmali olanlar mı yoksa olayla doğrudan hiç ilgisi olmayan vergi mükellefleri mi? Yani biz sade vatandaşlar mı?
Fiziki alanlarda ve maddi planlarda yapılan hatalardan -maliyeti yüksek de olsa ve o maliyeti mesela yolcu ve araç garantili köprülerde olduğu gibi hiç vebali olmayan vatandaşlar ödese de- dönmek mümkün. Ama manevi alanlardaki yanlışları ne yapacağız? Sözgelişi yazboz tahtasına dönen milli eğitim politikalarının geleceğimize vurduğu darbeleri nasıl telafi edeceğiz? Uluslararası yarışın giderek hızlandığı ve giderek medeniyetler(ümmetler) arası boyuta taşındığı bir dünyada her geçen gün biraz daha geriye düşmeyi kim nasıl durduracak ve gerideki toplumu (milleti/ümmeti) ileriye kim nasıl taşıyacak?
'Yanlıştan dönmek fazilettir' ama yanlış yapmamak dönmekten önce gelen görev değil midir?