15 Temmuz kanlı ve kahpe girişimi; eksiğiyle fazlasıyla, doğrusuyla yanlışıyla yargılanıyor. Gözüken o ki bu yargılama her an biraz daha genişleyecek, her yeni delil, bir yeni operasyonu tetikleyecek.
'FETÖ'yü yargılamak' derken kastım adli boyutuyla değil, olayın ahlaki, insani, İslami ve sosyal boyutuyla yargılanması. Adliye dışı bir yargılamadan, hukuktan ayrı bir yargılamadan bahsediyorum. Aydınların, sosyologların, eğitimcilerin, ilahiyatçıların yargılamasından bahsediyorum.
Onlar sadece hukukun kurallarını ihlal etmediler, onlar bizim milli ve dini değerlerimizi, devletimizin Ortaasya'dan doğan ama yolda İran ve İslam tefekkürü ve uygulamasıyla da zenginleşen en az iki bin yıllık 'adalet üzere yönetim' anlayışını da tahrip ettiler.
Onlar hırsızlığı adeta meşrulaştırdılar ve yaygınlaştırdılar. Ayıplanmaları ve toplum tarafından yargılanmaları için illa Türk Ceza Kanunu'nun suç saydığı ve tanımladığı mal ve eşya hırsızlığını yapmaları şart değil. Onlar makamları çaldılar, onlar umutları ve hayalleri, onlar istikballeri çaldılar. Çalınan sadece soru değildi şu veya bu imtihanda, çalınan hak etmişlerin istikbaliydi. Çalınan dinimizin 'ehil ellere teslim edilmesini' emrettiği devlet makamlarıydı, kısacası devletin kendisiydi.
Kaç öğrenci atıldı askeri okullardan? O okullar ki bizim neslimizin adeta kutsadığı okullardı. Her anne oğlunu 'geleceğin paşası' olarak görür 'paşa oğlum' diye severdi. Bizim neslimiz o meçi takmayı nasıl da isterdi. Bizim gençlik yıllarımızın filmlerinde genç kızların yakışıklı Harbiyelilere ve hele de denizcilere aşık olması belki de bundandı. Haksız ve ahlaksız baskılar ve kumpaslarla okullarından uzaklaştırılan vatanına ve devletine bağlı gençler yerine çalınmış sorularla yerleştirilen müritlerin orduyu ne hale getirdiği ortada. 15 Temmuz, gafletten uyanmanın ve ihaneti bütün çıplaklığı ile görmenin miladıdır.
Şu veya gerekçelerle devletten uzaklaştırılmış, tutuklanmış, hapse konulmuş, şu veya bu korkuyla firar etmişler şu veya bu ya yoldan yurda getirilip yargılanacaklar; ya da 'dön' çağrısına uymazlarsa şu kadar süre sonra vatandaşlıktan çıkartılabileceklermiş. Başta da belirttim, bunların hepsi adli ve hukuki işlemler, kendi istikametlerinde yürüyor ve de yürüyecek.
Önemli olan, o sinsi organizasyonun yıllardır kemire kemire çürüttüğü kurumlarımızı, dahası değerlerimizi nasıl ve ne sürede onaracağız? Ya da kısa zamanda onarabilecek miyiz? Geleceğimizi bu konudaki hassasiyetimiz gösterecektir. Ve bu hassasiyet bizim, hayır sadece bizim değil, tüm Türk dünyasının ve tüm İslam aleminin kaderini belirleyecektir.
Çok sık kuruyorum bu iddialı cümleyi. Tüm Türk dünyasının ve tüm İslam aleminin kaderini belirlemek çok iddialı, kabul ediyorum ama bu bizim için bir iddia değil, bir görev. Bütün sıkıntılarımıza rağmen hem Türk dünyasının hem de İslam camiasının çağı en iyi ve en doğru yakalamış ve öncülük yapma hakkına diğer hepsinden fazla layık olan tek millet bizim milletimiz, tek devlet bizim devletimiz. Tüm eleştirilere rağmen hala övgüyü hak eden devlet ve millet bu ama ne olur şu İran'ı da gözardı etmeyelim. Bizim bir zamanların boyu küçük ama hayali büyük siyasetçilerimizin oluşturduğu bölgesel boşlukları onlar dolduruyor gibime geliyor, ne dersiniz?
Sineği üreten bataklığı kurutmadan sıtmayla başa çıkamazsınız. İlim, iman, ahlak ve devlet yapımızda oluşturulan bataklıklar, henüz kurutulamayacak cesamete erişmiş değil. Ama görmezden gelir, tüm enerjimizi sadece sivrisinekleri harcamaya hasredersek; o bataklık büyür ve bizi bugün değil ama bir zaman sonra içine çeker. Ahlak tahribatını, iman ve inanç tahribatını onarmak; en az onları adliyede yargılamak kadar ve hatta ondan da öncelikli ve önemlidir.