Daha önce de yazdım, yine yazıyorum, yarın da sonraki günlerde de yazacağım hem de tekrar tekrar. Zira fındık sadece Karadeniz için değil Türkiye için vazgeçilmez bir üründür. Karadeniz'de toprağı, toprakta insanı tutan bir üründür. Fındık olmasa bu yağmurda, bu rüzgarda Karadeniz'in sarp yamaçlarında toprak kalmaz. Toprak kalmazsa da insan kalmaz. İnsansız toprak da vatan olmaz.
Fındık Karadenizli için iştir, aştır ama aynı zamanda Türkiye için de en zahmetsiz, en net döviz demektir. Son on yıldır fındık 2 milyar dolar civarında yıllık girdi sağlamaktadır. Bu iki milyar dolar döviz girdisi diğer ihraç mallarındaki, söz gelimi otomotivdeki yaklaşık on milyar dolarlık döviz girdisine denktir. Çünkü otomotivin on milyar dolarlık ihracatında en az sekiz milyar dolarlık ithal ürün girdisi varken fındıkta bir dolarlık hatta bir sentlik ithal girdisi yoktur.
1970'den beri takip ederim fındığı ve biraz da bilirim. Hiç değişmez oynanan oyun: Az sayıda ama organize olmuş yabancı tüccar ve onların yurt içindeki uzantıları, tedarik elemanları ve onların ya saf ve samimi ya da gizli yandaşları felaket senaryolarının karanlığında Türk fındığını ucuza kapatmaya çalışırlar. Ve ne yazık ki, ta Kaptan Kara Yorgi'den bu yana çoğu zaman da başarılı olurlar.
Acıdır ama fındık piyasası giderek bir iki tekele terkedilmektedir. Bizim fındığımızı ucuza kapatmak ve dolaysıyla Türk fındığının vazgeçilmez katkı maddesi olduğu çikolata ve türevi ürünleri daha ucuza mal ederek daha çok kazanmak isteyen bu yapılanmaya karşı milli bir fındık politikası uygulamak zorundayız. Bunu şu parti veya bu parti için değil bu bölge ama ondan da önemlisi bu ülke için yapmak zorundayız. Kararlılıkla uygulanacak bir milli fındık politikası ile üç dört yıl gibi çok kısa zamanda yıllık beş, altı milyar dolarlık döviz girdisine ulaşmamız işten değildir.
Bir zamanlar bizi 'Yunanistan, Bulgaristan fındık dikiyor' yalanlarıyla korkutarak fiyatımızı düşürtmeye çalışırlardı. Yunanistan 1980'li yıllarda altın bin ton üretiyordu, şimdilerde üç bin ton düştü. Bulgaristan ha var ha yok, daha doğrusu lafı edilecek kadar bile olmadı. Bu yalan tutmayınca bu sefer de piyasaya Azerbaycan ile Gürcistan'ı sürdüler, hem de ne tantanalı, ne abartılı bir sürüştü o. Saflar ve de konuyu bilmeyenler inandı. Nasıl inanmasınlar ki? Yalanlar, yanlışlar kampanyasına akademisyenler bile demeçlerle destek vermişlerdi. O akademisyenler ki, o rutubette bırakın fındığın kurutulmasındaki imkansızlığı, fındık ağaçlarının bile uzun ömürlü olmayacağını en iyi bilmesi gereken kimselerdi.
Şimdilerde yine birileri ortalara çıkıyor, demeçler veriyor, kimi tekelin en büyüğüne methiyeler düzüyor kimi de fındığımızın kalitesizliğinden dem vuruyor. Hem de öylesine masum bir suretle yapıyor ki bunu, inanmamak elde değil. Fındığımızın kalitesizliğinden dolayı pazar kaybediyormuşuz, bahçelerimize baksaymışız hem verim artarmış hem de kalite. Verimin artması gibi bir doğrunun gölgesinde fındığı kötülemek ve fındığa öldürücü darbeyi vurmak denilen şey tam da budur.
Türk fındığı dünyanın en kaliteli fındığıdır. Rakibi yoktur, tek rakibi kendisidir. Pazar kaybetmemiz de söz konusu değildir. Hem ihracatımız hem iç tüketimimiz hem de döviz girdimiz sürekli artmaktadır. Artacaktır da. Yeter ki biz kendi silahımızla kendimizi vurmayalım. Birilerinin fiyatımızı aşağılara çekmesini durduracak mekanizmalar hukuk içerisinde daima vardır.
Tekrar ediyorum: Fındığa sahip çıkmak Karadeniz'e sahip çıkmaktır, Türkiye'ye sahip çıkmaktır.