Çocukluğumun kahramanlarından birisi de merhum Feridun Fazıl Tülbentçi idi. Bendeki tarih sevgisinde onun radyo programları ve romanlarının payı büyüktür. Ankara Radyosu'nda haftada bir yayınlanan 'Kahramanlar Geçiyor' programını sabırsızlıkla bekler hayranlıkla dinlerdim.
Barbaros Hayrettin Geliyor, Osmanoğulları, Turgut Reis ve Yavuz Sultan Selim Ağlıyor adlı romanlarını daha ilkokul beşinci sınıfta okumuştum. O romanlar bende sadece tarih değil aynı zamanda vatan millet sevgisini de şekillendiren önemli kaynaklar oldular.
Hangi programdaydı bilmem ama o radyo programlarında birisinde bir söz vardı ki aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine ve yorgun hafızam birçok bilgiyi ve anıyı silip atmasına rağmen o söz hafızamda olduğu gibi durur: 'Güneşi adım adım takip edene gece olmaz…'
Güneşi adım adım takip etmek, karanlığa hapsolmamak, ışığın ve aydınlığın peşinden koşmak… Güneşi takip etmek belki de Türk'ün tarihi yolculuğunun ifadesiydi; hani güneş doğudan doğar batıdan batar ya, hani bizim tarihi yolculuğumuz Orta Asya'dan Avrupa'yadır ya… Hani Kızılelma ideali de hep batıyadır ya…
Doğru mu değil mi bilmiyorum ama ben hep aydınlığa koşmak diye algıladım 'Güneşi adım adım takip edene gece olmaz' sözünü. O aydınlıkta hep halkımı, milletimi ve onun değerlerini gördüm. O sevgi var ya o sevgi, ne makamla, ne de parayla pulla ölçülür.
Dik durmak, lekesiz kalmak, sevmek ve sevilmek… Güveni kazanmak ve güvenmek… Selam alıp selam vermek… Baki'nin dediği gibi 'gök kubbede baki kalan tek şeyin bir hoş seda' olduğunu bilmek… Ve 'avaze gökyüzüne Davut gibi salmak.' Yani sözü de güzel söylemek ya da güzel söz söylemek;
nasıl anlarsanız öyle yorumlayınız, ikisi de makbuldür.
Şu da bizim aydınlık yürekli dostlarımıza bir taahhüdümüzdür: Bugüne kadar hep aydınlıklar içinde yaşadık bundan sonra da güneşi adım adım takip edeceğiz, hep aydınlıklarda yaşayacağız… Selam olsun güneşi adım adım takip eden aydın yürekli insanlara…