Kimisi eli ve diliyle yönettiğini sanır, el-alemi; kimisi ise İlmiyle yönetir alemi.
Ki; öğretimle şekil alır insanoğlu, İlmi-hal pazarındaki ham ve pişmemişleri kıvama getirip, pişirmek için..
Mevzu derin?
Şam'da bir medresede İlim tahsili gören Ahmet adında bir mollayı, aile yakınlarından bir zat ziyaret eder,sebebi ziyareti ise;
Öncelikle, annesinin baki selamını teslim etmek, bir müddet sonra da babasının vefat ettiği haberini vermektir,Molla Ahmet'e...
"Annesinin ona ihtiyacı olduğunu, yeteri kadar eğitim aldığını, artık yanında olması gerektiğini" söyler ziyaretçi...
Molla, hocasından izin almak için huzura çıkar...
Hocası, 'Olmaz öyle şey..!' der ve İzin vermeyeceğini söyler...
"Hocam, nedir bu öfkeli tavrınız...
Gitmek istediğim yer yalnız başına kalmış anamın yanınadır." Der molla Ahmet hocasına.
Hocası;
"evladım, seni senden iyi anlıyorum ve hakkındır da, ancak eğitimini bitirmene bir yıldan az bir süre kaldı. Sabret, bitir git gitmek istediğin yere, bu eksik bilginle seni mezun edemem," diye cevaplar öğrencisini.
Molla Ahmet, yalvarır yakarır, hocasından diplomasını allem eder kallem eder ve alır, düşer yollara?
Hocası, molla Ahmet'in kısa sürede geri döneceğini ima ederek, "bu kapı her daim sana açıktır.
Bunu böyle belleyesin" der ve uğurlar talebesini...
Günlerce, haftalarca yol alır bizim Molla Ahmet...
Nahiyenin birinde Cuma namazına denk gelir, hoca hutbede ahaliye verip veriştirmektedir.
Bizim Molla Ahmet, cami görevlisinin hitap ve üslubundan rahatsız olur!
"Efendi! Efendi, yerini, konumunu bilerek konuş, bulunduğun konum ve makamın zinhar ret ettiği bir tavır içindesin?!" diye tepki gösterir cami hocasına.
Hutbedeki zat, "bre gafil, sen nasıl konuşursun öyle...
Nerede görülmüş İmam efendiyle ders verir gibi konuşmak,Ey! Cemaat-i Müslim'in..." diye cevaplar Ahmet'in tepkisini.
-"Bu adam var ya, neuzübillah, dinden çıkmıştır. Buna bir yumruk vuran bir yıl, iki yumruk vuran iki yıl cehennemden uzak kalır" deyince;
Günahlarından kurtulmak isteyen cemaat, bizim Molla Ahmet'i derdest edip caminin dışına çıkarırlar.
Hoca 'iki' dedi ya, cemaat elli-yüz yıl cehennem yüzü görmemek için verir yumrukları Ahmet'im kafasına gözüne..!
Mutludur artık cemaat, öldükten sonra uzun bir süre cehennem yüzü görmeyecektir.
Bu arada bizim Molla Ahmet'in aklı başına gelir; anne hasreti ağır gelse de geri döner Medreseye; "Haklıymışsın hocam, hem de çok Haklıymışsın..."
Kalan eğitimini tamamlar; Hocasının yazdığı icazetnameyi alıp tekrar yollara düşer, biran evvel annesine kavuşmak için?
Günlerden cumadır.
Aynı nahiye, aynı cami, aynı cemaat ve aynı minval üzere hoca hutbededir.
Ahmet bu sefer tebdili kıyafet ve konuşma tarzıyla dayak yiyen Ahmet'e hiç benzememektedir.
Molla Ahmet oturduğu yerden ayağa kalkar, yüksek sesle?
"Ey Ümmeti Müslüman, din kardeşlerim. Şu mübarek günde, hutbedeki Hocamızın kıymetini bilelim!
Bu hoca efendi öyle mübarek bir zattır ki, onun sakalından bir kılı hatıra diye yanına alan bir yıl cenneti garantiler, iki kıl alan iki?
Ahmet'in bu sözleri hutbedeki hocanın çok hoşuna gitmiştir.
Sonuç?
Hocanın canının yanması bir yana, oracıkta acılar içinde can verir...
Molla Ahmet, yediği dayağın acısını, camilerde ukala tavırlı olan ve olacaklara dersini vermiş ve İlmi siyaset dersinin oryantasyonunu da tamamlamış olarak annesine kavuşmuştur...
Hal böyleyken, toplumu germenin, çapsızlara prim vermenin kime ne faydası var...
Çoğunluğa değil, bireysel hatalı olanların, İlmi siyaset bilinciyle aramızdan çıkıp gitmelerini sağlayınız.
Lütfen!