Başlıktaki cümle bizim gazetenin dünkü manşet cümlesiydi. Bir gün öncesinin akıllara ziyan ve genel adaba, töreye mugayir çeşitli olaylarından bir harman yapan yazı işleri hepsinin üstüne de bu başlığı atmıştı. 'Ne hale geldik' cümlesi ya da cümleciği hem bir soru hem de ve belki de daha çok bir hayıflanmaydı. Bir zamanların adap ve edep toplumunun akıl almaz bir süratle bir kaba kuvvet toplumuna dönüşmesine nasıl hayıflanılmaz, yanılmaz, yakınılmaz ki?
Uzun bir zamandır başta bizim gazete olmak üzere yerel basını bu açıdan büyük bir dikkat ve aynı zamanda da büyük bir dehşetle izliyordum. İki gündür bu kentteki -argo deyimiyle- 'magandalık' ve topluma ve toplum değerlerine saygısızlık yerel basın konusu olmaktan çıktı yaygın basının gündemine oturdu.
Cankurtarana yol vermeyen görgüsüzlerden yetmiş küsur yaşındaki ve dedesi yerindeki bir insanı utanmadan yumruklayan ve bu kentin, hayır sadece bu kentin değil, bu milletin tüm değerlerini ayaklar altına alan zorbaya kadar bu insanların tümü bizim insanlarımız. Onlar bizim eserlerimiz; onlar bizim çapaladığımız ya da çapalamadığımız, suladığımız ya da sulamadığımız, kısacası baktığımız ya da bakmadığımız vatan topraklarında yetiştiler. Yaptıklarından utansak da onların bu hale gelmesinin sorumlusu biziz.
Onları ayıplamak ve sorgulamak hakkımız ama sadece onları değil aynı zamanda onları yetiştiren ya da yetiştiremeyen kendimizi de ayıplamak ve 'nerede yanlış yaptığımızı' araştırmak zorundayız. Eğer bunu yapmazsak yani 'nerede hata yaptık' sorusunu ideolojilerin ve siyasetin bağnazlığında değil de aklın ve bilimin aydınlığında cevaplamazsak yarın çok daha büyük felaketlerle karşılaşmamız ve o felaketlerin altında ezilip dağılmamız kaçınılmazdır.
'Ne hale geldiğimiz' ortada; bir de 'niye ve nasıl bu hale geldik' sorusu var sorulması ve dürüstçe cevaplandırılması gereken. Şiddet sadece sokakta mı ya da önce sokakta mı başladı? Siyasetin dili ve kendisi daha mı az saldırgan ve daha mı az şiddet dolu? Basının ve hele de spor basınının, televizyon tartışmalarının, sosyal medyanın dilinin toplumun bu hale gelmesinde hiç mi etkisi ya da hiç mi vebali yok? Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi devlet kuran bir 'gazi' Meclisin zabıtlarını okumakta zaman zaman zorlandığınız, orada kullanılan ifadelerde, muarızlara yöneltilen itham ve isnatlardan yüzünüzün kızardığı olmuyor mu?
Geç kalıyoruz hem de çok geç. Tüm küçük ayrıntıları bir an önce bir kenara bırakarak 'yeniden bir ve beraber millet olmanın' yolunu aramak ve bulmak zorundayız. Öncelikle siyaset, düşmanlıkları körükleyen, ayrıştıran nefret dilinden birleştiren, kaynaştıran sevgi diline geçmeli, topluma iyi bir örnek sunmalıdır. Korkunun dili yerine sevginin dili ve maddenin yerine mananın hakimiyeti öne çıkmadığı, çıkarılmadığı ve ahlak kavramı şu veya bu zümrelerin taassubuna kurban edilmek yerine evrensel ve ilahi çerçevesine oturulmadığı sürece bu halden kurtuluşumuz çok zor hatta neredeyse imkansızdır.