Çocuktum, sofraya beraber oturur beraber kalkardık yedi kardeş, babam, annem ve babaannem. İki elimiz kanda olsa yemek vakti evde olurduk, babam öyle isterdi. Sofra dediğim de yer sofrasıdır, bir sininin etrafına toplanır bir tencereye kaşık sallardık. Tek çeşitti çoğu kez aşımız ama bereketliydi galiba, doyardık ve bir sonraki vakte kadar asla acıkmazdık. Gerçekten acıkmaz mıydık yoksa acıksak da sofra kurulmayacağını, elimize ekmek ya da katık verilip sokağa salınmayacağımızı iyi bildiğimizden kendimizi şartlarımıza mı alıştırırdık, bilemiyorum, ama acıkmazdık.
Gerçi bugüne göre daha fakirdik ama elimize ekmek ve bir de yanına peynir veya kavurma gibi bir katık verilip sokağa salınmayışımız yokluktan değil görgüden, adap ve edeptendi. Görenin 'nefsinin ve gözünün yediklerimizin üstünde kalması korkusu' öyle bir yer etmişti ki büyük küçük hepimizin şuurunda, kuralları çiğnemek ne kimsenin aklına gelirdi ne de büyükler izin verirdi.
Evlerimiz küçüktü, şimdiki gibi lüks değildi, kalorifer nedir bilmezdik ama sımsıcaktı odalarımız, sanki sevgiyle ısınırlar ve bizi de ısıtırlardı. Bahçe duvarlarımız bizi hırsızdan korusun diye yüksek yapılmış sanırdım, çok sonraları öğrendim, maksat hırsızdan korumak değilmiş, varlığın ya da yokluğun ya kem gözlerden ya da imrenecek nefislerden korunması içinmiş. Mal derdi değilmiş edep derdiymiş o yüksekliğin temelindeki dert. Büyüyünce öğrendim o kadim medeniyetin bu ince hassasiyetini.
Teknoloji akıl almayacak bir hızla gelişiyor ve değişiyor. Artık burada oturup sonsuz mesafelerde görünmek ve o sonsuz mesafelerdeki yaşanan ihtişamı da inkırazı da, şaşaa ve sefaleti de, israfı da ihtiyacı da aynı anda görmek ve göstermek mümkün. Teknolojideki değişim ve gelişme hayatımıza birçok kolaylık getirdiği gibi birçok değerlerimizi de alıp götürdü. Varlığın, lüksün, israfın ve saltanatın teşhiri kayıplarımızın başında geliyor.
Gazete haberlerine yansıyan ya da sosyal medya üzerinden anında paylaşılan partiler, kabuller, davetler ve düğünler ve de masalardaki taam çeşitliliği ve zenginliği dün bize pek yabancıydı. Artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Ondan daha da yabancı olan bu zenginliğin teşhiriydi. Ne yazık ki artık bu da girdi hayatımıza.
Belki de bizler hem fizik olarak hem de fikren çağdışı kalıyoruz. Bedenlerimiz gibi fikirlerimiz de adap ve edep anlayışımız da eskiyor ve biz bunu ya göremiyoruz ya da görmek istemiyoruz. Ve değişimin dehşetinden hatıralarımızın koynuna sığınıyoruz. Geçmişe özlem biraz da bugünün görgüsüzlüğünden kaçışla bağlantılı olsa gerek. Hele de benim gibi son güzünü idrak edenler için.