Alaybeyoğlu Recep in oğluydu, Osmanlı nın dört bir yandan kuşatıldığı, vurula vurula, dövüle dövüle Balkanlar dan atıldığı kanlı ve karanlık günlerde Selanik te doğdu. Adı Osman Nevres kondu. Evlad-ı Fatihan dı; kökü Konya ya dayanıyordu. Okulda hocalarının dikkatini çekmekte gecikmedi; zeki ve atılgandı. Avrupa ya gönderilen ilk öğrenciler arasında yer aldı. Paris te, Sorbon da siyasal bilgiler okuyacaktı.
Bir hafta sonunda İsviçre ye geçti. Trablusgarp savaşı yeni bitmişti, Balkanlar da vuruşuyorduk. Sinemaya gitti, Osmanlıyı ve Türkleri küçük gösteren, İtalyanları yücelten bir film oynuyordu. Dayanamazdı, hiç duraksamadı, tetiğe bastı ve salonu boşalttı. İsviçre polisinin elinden elçimizin gayretleriyle kurtuldu.
Birinci Dünya Harbi çıkınca tahsilini bırakarak İstanbul a döndü. Teşkilat-ı Mahsusa ya katıldı. Bu sırada Balkanlar da Osmanlıların aleyhine büyük bir kampanya yürüten İngiliz Bukston kardeşlerin vurulması, etkisizleşterilmesi görevi ona verildi. Bükreş e gitmesi için gazeteci kimliği gerekiyordu. Silahçı lakabıyla tanınan ve bir süre önce ölen/öldürülen Hasan Tahsin in kimliği ona verildi. Ve o günden sonra Osman Nevres adı unutuldu, Hasan Tahsin adı kaldı.
Bükreş e ulaştı, Bukston kardeşlerin konferans verdiği salona sızdı, yüzlerce kişinin arasında tabancasını ateşledi, vurdu ama öldüremedi. Yakalandı, zindana atıldı, özür dilerse affedileceği söylendi; Görevi başaramadığım için milletimden özür diliyorum dedi. Zindandan Osmanlı orduları Bükreş e girince kurtuldu.
Mondros tan sonra Teşkilat-ı Mahsusa kahramanları Anadolu ya dağılırken ya da İstanbul da Karakol Cemiyeti bünyesinde örgütlenirken ona İzmir e gitmek düştü. Orada örgütlenecekti. Gazeteciliğe orada başladı. Bir taraftan Müdafayı Hukuk ta çalışıyor diğer taraftan Hukuk-u Beşer de birbirinden ateşli yazılar yazarak halkı muhtemel bir işgale karşı uyarıyordu. Daha 1919 un Şubatında yazdığı bir yazıda Bu vatan ya bizimdir ya kimsenin. Onu ancak Allah a teslim ederiz; o da insansız olarak diyordu.
Yunanlılar İzmir e çıkmadan bir gün önce Müdafayı Hukuk Başkanı Moralı Naim Beye gider, 100 lira borç ister, kız kardeşi Melek Hanıma bırakacaktır. Parayı alır, tam çıkacağı sırada Naim Bey Bir dakika Hasan Bey der, üzerini arar, belinde bir tabanca vardır, alır. Çünkü bir gün önce karar verilmiştir, silah kullanılmayacaktır. Parayı kız kardeşine vermez, bir başka tabanca alır. Zira onun için vatan kız kardeşinden daha öndedir. O akşam İzmir in Müslüman ve Türk ahalisi Maşaklık ta toplandığında Hasan Tahsin de oradadır. Sokaklarda münadiler dolaşmakta, camilerde selalar verilmekte ve İzmir halkı akın akın Maşatlık a akmaktadır. Maşatlık ateşler içindedir, Maşatlık alev alevdir, Maşatlık insan mahşeridir. Maşatlıktan alevlerle birlikte bir milletin feryadı ve yine bir milletin iysyanı gökyüzüne yükselmektedir: Bu vatan ya bizimdir ya kimsenin. Onu ancak Allah a teslim ederiz, o da insansız olarak...
Ertesi sabah İzmir Limanı nı dolduran otuz küsur savaş gemisinin eşliğinde Yunan Efzun birlikleri İzmir in mübarek topraklarına ayak basar. Rumlar çıldırmış gibidir, bir taraftan yerli tebaamız Vito Venizelosdiye bağırmakta, diğer taraftan İzmir Metropoliti Hrisantos Yunan askerlerini vaftize kalkışmaktadır. Sarı Kışla nın önünden önce bir el silah sesi duyulur, sonra bir toplu tabancanın tüm kurşunları boşalır Yunanlıların üzerine. Yunan sancaktarı ve çevresindekiler yere düşer. Yunanlılar panik hnalindedir, sağa sola dağılırlar, kurşunu sıkan genç adam olduğu yerde durmaktadır. Toparlanan Yunan askerleri o tek adamın üstüne hörelenir. Genç vücudu süngülerle delik deşik edilir.
O 15 Mayıs 1919 da Yunan süngüleriyle delik deşik olmuştu ama ölmemişti. Şehitler ölmezdi... O önceki gün 15 Mayıs 2012 de öldü. Anıtına çelenk konamamıştı, anma törenine ilk defa olarak İzmir Valisi ve Ege Ordu Komutanı katılmamıştı. Onun düşman süngüleri değil ama bu vefasızlık öldürmüştü.
Eğer bu topraklarda Hasan Tahsin anılmayacaksa, kim anılacak? Eğer bu tarihte Hasan Tahsin olmayacaksa kim olacak? Eğer bu toprağın üstünde hür ve egemen yaşayan evlatları bu toprağın altında gururla yatan şehit atalarını anmayacaklarsa; kimi anacaklar? Ve yarın kendileri de Hakk dünyaya göçtüklerinde o aziz şehitlerin makamına nasıl girecekler ve şayet bir şekilde girme hakkını elde ederlerse onların yüzlerine nasıl bakacaklar?
Yazık! Yazık ki hem de ne yazık!