Madem siz özür dilemeye başladınız o zaman da biz sormaya devam edelim: Alevi vatandaşlarımızdan Cumhuriyet adına özür dilediğiniz gibi Osmanlı adına da özür dileyecek misiniz? Şu Yavuz Sultan Selim’in katlettiği kırk bin Alevi Türkmen’den bahsediyorum. Eli silahlı Seyit Rıza’dan dilediğiniz gibi eli kalemli dili kelâmlı Pir Sultan Abdal’ı ölüme gönderen Hızır Paşa adına da özür dileyecek misiniz?
“Oğlunun babasının gözü önünde asıldığı yalanının” tezgâhında sergilediğiniz duygusallığı Osmanlı vezir-i azamı devşirme Kuyucu Murat Paşa’nın “Celalinin yavrusu da celali olur” diye kuyuya atmaktan çekinmediği yedi sekiz yaşındaki Alevi Türkmen yavruların acı hatıraları karşısında da sergileyecek ve Osmanlı adına onlardan da özür dileyecek misiniz?
“Bunlar çok geride kalmış” diyecekseniz şayet o zaman yakına gelelim ve bir de şunu soralım: “Hamidiye Alaylarının Alevi katliamı için de özür dileyecek misiz?” “ O da neyin nesi?” diyerek bilmez ayağına yatmayınız, bilirsiniz Hamidiye Alaylarını ve onların Alevileri nasıl kestiklerini! Fırka-i İslahiye’nin kırdığı Afşarları da hatırlayacak mısınız? Hani şu Dadaloğlu’nun “Kalktı göç eyledi” dediği Afşar ellerini ve “Devletin haklarında verdiği fermanı” da konu edecek misiniz?
Geçtik bunları, hadi onlar siyasi kimlikler, Osmanlı devlet adamı ve ulemasının, ne uleması resmen şeyhülislamlarının Alevinin canını, malını dahası kadınını “helal kılan” fetvaları için de özür dileyecek misiniz?
Eğer tarihin sürekliliğine ve devletin devamlılığına inanıyorsanız ve maksadınız sırf bir dönemle hesaplaşmak değil de hakikatleri aramak ve acıları paylaşmaksa madem başladınız devam etmek zorundasınız.
O, “Alevilerin canının, malının ve hatta ve maalesef kadınlarının dahi İslam gazileri arasında paylaştırılmasının helal olduğunu” belirten fetvaları yazmaya yüreğim de adabım da elvermediği için yazmıyorum/yazamıyorum. Ama siz yarayı kaşımaya devam ederseniz yarın birileri çıkar ve yazar. Beş asır geride kalmış ve kabuk bağlamış yarayı kaşımanın ve kanatmanın gereği de kimseye yararı da yok. Tıpkı bir isyanla başlayan Dersim yarasını kaşımanın da bir yararı olmadığı gibi.
Bir şey daha: Seyit Rıza’nın oğlu, Seyit Rıza’dan önce değil sonra asılmıştır. İdamın tanığı hatta bir gün önce uygulanmasını sağlayan İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarının o bölümü aynen şöyledir: “Seyit Rıza asılırken ilerden oğlunun sesi geliyordu: Kulun kölen olam. Sığırtmacın olam. Gençliğime acıyın öldürmeyin beni!” Kimin önce kimin sonra asıldığını anlamak için üstün bir zekaya gerek yok. Cümle, sıradan ve hatta sıraya yakın bir bir zekaya sahip herkesin anlayacağı kadar açıktır.
Oğulun babanın gözleri önünde asıldığı gibi bir yalana bir etnik trajedi ve bir devlet acımasızlığı yaratmak ve ülkeyi bölmek peşinde olan bölücülerin itibar etmesi anlaşılabilir ama hiçbir akıl, idrak ve izan bir devlet yetkilisinin aynı alanın girdabında çırpınmasını anlamaz.
Bu sokak çıkmaz sokaktır; lütfen bir an önce dönünüz.