Kimi şair, kimi marangoz, kimi kaşık ustası, kimi de kemenkeşti. Kısaca; dünyayı yönetmiş imparatorluğun temsilcileri olan sultanların görevi, sadece devlet idare etmek değildi.
Daha şehzadelik dönemlerinde bilimin ışığıyla donatılırken, aynı zamanda ihtiyaçlarını giderebilecekleri ve kötü günlerinde uğraş edinebilecekleri sanat-beceri üzerine de eğitim alıyorlardı. Böylelikle Osmanlı padişahları devlet hazinesini kişisel ihtiyaçları için kullanmıyor, meslekleri sayesinde para kazanıp ihtiyaçlarını o parayla gideriyorlardı.
Mesela; bizim öğrencilik yıllarımızda tarih kitaplarında Osmanlı padişahlarından 11. Abdülhamid Han ile ilgili 'Kızıl Sultan' yazardı. Yıllarca da öğrencilere böyle okutuldu. Bir nesil, ecdadına böyle düşman yetiştirildi. Oysa gerçek öyle miydi?
Bize 'Kızıl Sultan' diye okutulan Sultan 11. Abdülhamid Han, marangozluk yaparmış. İsrafı hiç sevmezmiş. Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yaparmış. Daha sonra bu eşyaları sattırır, gelirini de fakirlere dağıtırmış. İstanbul'daki Şişli Etfal Hastanesi'ni ve Darülaceze'yi bizzat kendi şahsi parasıyla yaptırmış. Ömrü boyunca sıradan bir vatandaş gibi yaşamış. Yunan seferinde kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalan şahsi servetini masrafların karşılanması için kullanmış, devlet hazinesinden hiç para almamış.
Sokakta yürürken, evlerin içini görmemek için hep önüne bakarak yürümüş ve bu sebeple zamanla kamburlaşmış.
Biz de, böylesi asil bir insanı 'Kızıl Sultan ' diye ilan etmişiz, iyi mi?