Eğer bugün milletler aleminde hür ve bağımsız bir millet olarak saygın bir yerimiz varsa bunu Milli Mücadele'ye ve o şanlı mücadelenin kahramanlarına borçlu olduğumuzu unutmamamız gerek. Dünü hatırlamadan bugünü anlamak da yarınları doğru dürüst planlamak da mümkün değil.
Milli Mücadele'nin üç yiğit evladını konu edeceğim bugünkü yazımda. Üçü de Samsunlu ve ne yazık ki üçü de bırakın Türk kamuoyunu hemşehrileri tarafından bile ya hiç bilinmemekte ya da pek az bilinmekte. Halbuki, her üçü de her Samsunlunun haklı olarak gurur duyacağı hizmet ve himmetlerin sahibidir ve mutlaka bilinmeleri gereken vatanseverlerdir.
Milli Mücadele'nin kader anlarından yahut da kaderini belirleyen tarihi olaylardan birisi de şüphesiz ki, Anadolu'nun kutsal mücadelesini isyan ve mücahitlerini asi ve şaki olarak niteleyen ve öldürülmelerinin şeran caiz olduğunu vurgulayan İstanbul'daki Şeyhülislam Dürrizade Abdullah fetvasına karşılık Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi önderliğinde Anadolu ulemasının yayınladığı cihat fetvasıdır.
153 din adamı ya imza atar ya da mühür basar bu cihat fetvasının altına. İlk mührü basan da Samsun Müftü Vekili Yusuf Bahri (Uğurlu) Efendidir. Bu toprakların çocuğudur, Badırlı'dandır. Samsun Sıbyan Mektebi'nde başlayan eğitimini İstanbul Çifte Baş Kurşunlu Medresesi'nde tamamladı. Fatih Dersiamlarından dersler aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Samsun'a döndü, Saitbey Medresesi ve Pazar Camii'nde dersler verdi. 30 Ocak 1919'da Samsun müftü vekili olarak atandı ve Cihat Fetvasının altına mührünü basan ilk müftü olarak tarihe geçti. O fetvaya Samsun'dan mühür basan bir diğer din adamı da Havza Müftüsü İsmail Efendidir. İkisi de nurlar içinde yatsın.
Milli Mücadele ve Samsun, Milli Mücadele ve din adamları deyince Sıtkı Hoca'yı hatırlamamak ve rahmet ve şükranla anmamak olur mu? Ulemadandır, Havza Direm Köyü imamıdır. Ama şöhreti köyüyle sınırlı değildir. Tüm Havza'da tanınır, sevilir, sözlerine itibar edilir, önerilerine uyulur. Havza Milli Mücadele'ye daha Mustafa Kemal Paşa gelmeden hazırdır, Reddi İlhak daha önceden kurulmuştur, Müdafaa-ı Hukuk ise Atatürk'ün gelişinden hemen iki üç gün sonra ve yine onun isteği üzerine kurulacaktır. Havza aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa'nın halkın arasına ilk defa katıldığı yerdir, hem caddelerde, sokaklarda halk arasındadır hem de 30 Mayıs'ta Yörgüçpaşazade Mustafa Bey Mescidi'ndeki mevlitte halkla beraberdir, 12 Haziran'daki büyük mitingi de o ister.
Sıtkı Hoca, 12 Haziran'daki büyük mitingde kürsüdedir. Sıtkı Hoca konuşacaktır; köylüler Havza'ya akmıştır ve meydan tıklım tıklım doludur. Şevket Süreyya Aydemir o günü ve o anları 'Tek Adam' adlı üç ciltlik eserinin ikinci cildinde şiirsel bir dille şöyle anlatır:
'Halk evvela Mescide, sonra Mesudiye Oteli önüne yığılır. Mustafa Kemal mitingi, odasının penceresinden izler. Hatipleri sahnededirler. Sıtkı Hoca, kürsüde görülür. Halk Sıtkı Hoca'nın konuşmalarını; Mescitte vaazını dinler gibi, yahut arkasında namaz kılar gibi bir huşû ve teslimiyet içinde dinler. Kendini ona verir. Ve Hoca neler konuşmaz:
'Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silaha sarılmaktır. Derhal silahlarınızı temizleyiniz! Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız. Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz.'
Nasıl bir milli şuur ki, Anadolu'nun bir küçük ilçesinin daha da küçük köyünden bir din adamı olacağı olmadan önce tespit ve ilan edecek. Ve o nasıl bir büyük millet ki, dededen kalma paslı çakaralmaz silah ya da kör balta ya da sağlam bir sopayla ayağa kalkacak, önce içerideki 'ekmek bilmez hainleri' sonra da işgalcileri temizleyecek. Milli Mücadele silahı olmayan ama imanı ve bağımsızlığa olan tutkusu tarih boyunca hiç eksilmeyen insanların baltayla, taşla, sopayla yazdığı eşi olmayan bir destandır.
'Samsun'un üç yiğit evladı' demiştim başlıkta, köşem ancak ikisini nakletmeye yetti, üçüncü kahramanı da yarın anlatacağız kısmet olursa.