Eğitim, her toplumun öncelikli ilgi alanıdır. Bizde de hep öyle olmuştur. Osmanlı'nın yükselişi gibi gerilemesi ve yıkılması da eğitimle ilişkilendirilmiştir. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbali de eğitim alanındaki başarılara bağlanmıştır. Bu sebeple hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde eğitim eksenli gayretler dikkat çeker. Tarihimiz, sonuç alınmış veya alınamamış eğitim hamleleriyle ve seferberlikleriyle doludur.
Bugün de böyledir. Son yılların en çok tartışılan konularından biri eğitimdir. Bütçeden eğitime ayrılan pay, hep ilk sıra(lar)da olmuştur. Eskiden kimi velilerin çocuklarını okula göndermeleri noktasında ikna edilmeleri gerekiyordu. Şimdi öyle bir sorun yok. Herkes çocuğunun okumasını arzu ediyor. Büyük çoğunluk, bu noktada her türlü fedakarlığa da hazır.
Sadece Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki öğretmen sayısı bir milyonu aşmış durumda. Artık okul binalarımız yeni, büyük ve çoğu zaman gayet gösterişli. Çocukluğumuzdaki kitap, silgi, tebeşir, tahta, odun sorunu hepten unutuldu bile. Okullarımız bilgisayarlar, projeksiyonlar, lazer yazıcılar, akıllı tahtalar ve benzeri teknolojik araç-gereçlerle donatılmış durumda. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun kendi bilgisayarı, cep telefonu veya tableti var.
Özetle okul yolunda önemli mesafeler alındı. Yüzüncü yıl eşiğindeki Türkiye, kuruluşundaki şartların çok ilerisinde. Bununla birlikte eğitim alanında hedefe ulaşıldığını söylemek hala imkansız. On değil, onlarca değil, yüz değil yüzlerce yıl milletçe verilen emeklerin, yapılan harcamaların karşılığı bu olamaz.
O halde bir iş var bu işin içinde! Bir iş olmalı. Gözden kaçan, unutulan, göz ardı edilen bir şeyler olmalı. Her biri farklı yazılara konu olacak eksiklikler üzerinde durulabilir. Şimdilik eğitsel hedeflerin önündeki en büyük engellerden olduğu dikkatlerden kaçmış bir sorunla başlayalım.
Eğitim alanında ciddî ve kalıcı başarı elde etmenin önündeki en büyük engellerden biri sinema, müzik, magazin ve spor alanındaki yanlış modellerdir. Öğrencilerimiz, öğretmenlerinin anlattıkları ile sinemada izledikleri arasında kalmaktadırlar. Dahası sinema, çoğu zaman öğretmenin gösterdiklerinin tersini göstermektedir. Şarkılar öğretmenin söylediklerinin tersini söylemekte, sporcular öğretmenin yaptığının tersini yapmaktadır.
Söz gelimi öğrenci okulda aile kavramını, ailenin değerini, aile birliğinin önemini öğreniyor. Öğretmen başta anne-babalar olmak üzere ailedeki her bireyin hak ve sorumluluklarından bahsediyor. Oysa öğrenci izlediği filmde veya klipte sadakat yerine sadakatsizliği, sorumluluk yerine sorumsuzluğu görüyor. Kendilerine sanatçı denenlerin ne yazık ki önemli bir bölümü, sanatı temsil ettiği milletin değerleriyle alay etmek düzeyinde algılıyor.
Milletin ahlaksızlık dediğini kimileri hayat felsefesi haline getirmiş. Öğrencilik hayatını tembellik ve kopyacılıkla geçirmiş insanlar, şimdi öğrencilerimizin önüne rol modeller (!) olarak konuyor. Milyonların sevgilisi olduğu söylenenler; adeta tembelliği, yalancılığı, milletle dalga geçmeyi, milletin değerlerini aşağılamayı, ahlaksızlığı, sorumsuzluğu olağanlaştırmakla görevlendirilmiş. Aynı şekilde sadakatsizlik, sanat camiasının alamet-i farikası (ayırt edici özellik) olmuş.
Sansasyonel haberlerde adı geçmeyenler, sanat dünyasının yalnızlaştırma ve itibarsızlaştırma şeklinde kendini gösteren baskılarına muhatap oluyor. 'Millî olan, sanatçı olamaz.' algısı egemen kılınmış. Daha kötüsü, söz konusu algılar toplum tarafından da benimsenir olmuş. Sıradan vatandaşların yaptığı ahlaksızlık olarak algılanırken aynı eylem bir sanatçıya aitse olağan karşılanıyor. Bu, öğrencilerimizin okulda başka ekranlarda başka değerlerle yetişmesi anlamına geliyor. En iyi ihtimalle öğrenciler, iki farklı değerler dünyası arasında bocalıyor.
Eğitim uğruna verilen emeklerin, yapılan harcamalarla yatırımların ve gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin beklenen olumlu sonuçları doğurması, ancak ve ancak eğitim camiasındaki bütün paydaşların birlikteliğiyle mümkün olabilir. Bu birliktelik sağlanamadığı için Tanzimat ve sonrasında Avrupa'ya gönderilen şair, yazar ve düşünürler dahil, günümüze gelinceye kadar kendilerinden büyük katkılar beklenenler genellikle hayal kırıklığının ötesine geçememişlerdir.
Halihazırda bu birlikteliğin önündeki en büyük engel, sanat camiasının eğitsel hedefler noktasında gösterdiği ayrılık ve aykırılıklar olarak görünmektedir. Bu, sanatın değil belki ama sanatçının ihaneti olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla belirlenen hedeflere ulaşılması için de bu ihanetin ortadan kaldırılması ve katkı sağlar hale dönüştürülmesi gerekir. Pek zor görünen bu dönüşümün sağlanması, Türk millî eğitim sistemi için büyük bir adım ve büyük bir kazanım olacaktır. Zira böylece milyonlarca paydaşın harcadığı emek, hak ettiği karşılığı bulacaktır.