Ben Diyarbakırlı, Batmanlı, Şırnaklı, Cizreli ya da Silopili ya da sokakları, meydanları bir süreden beri çetelere teslim edilmiş talihsiz toprakların evladı değilsem suçum ne? Suçum ne ki oralarda birilerine serbest olan her şey, burada bana yasaktır. Ya da benim yasal ve ahlaki yükümlülüklerimden oralarda birileri muaftır.

Oralarda birileri aylardır, yıllardır benden kat be kat fazla elektrik tüketir ama ne beş kuruş öder ne de bir gün olsun elektriği kesilir. Ben iki göz evimi tasarruf ampulleriyle ve parasını ödeyerek aydınlatmaya çalışırken; oralarda birileri sadece bahçesindeki yüzme havuzunu değil tarlasındaki sulama havuzunu bile beş para ödemeden elektrikle ısıtır. Bu kadar da değil ben aynı zamanda onun ödemediği parayı da öderim “kayıp kaçak” adı altında.

Bu ne garip iştir ki kaçak onun kayıp benim! Kaçak elektrikle kışın ısınmanın, yazın serinlemenin keyfi onun, o sefanın bedelini ödemenin cefası da benim. Kendi faturasını zar zor ödeyen bir insana bir de hırsızın faturasını ödetmek, nasıl bir devlet ve nasıl adalet anlayışı! Eğer bu adaletse ya da adalet buysa “adaletin batsın dünya” demenin tam da zamanı değil mi?

İki ayrı ülke mi var ülkem içinde ya da iki ayrı devlet ve de iki ayrı hukuk. Orada ağızsız dilsiz, elsiz kolsuz ve de çaresiz fotoğraf veren devletin buradaki mütekebbir pozu neden? Bunun hangisi doğru? O niye hak ettiğini görmüyor ben niye hak etmediğimi görüyorum ya da hak ettiğimi göremiyorum? Onun çalıp çırptığını niye ben ödüyorum, onun yakıp yıktığını niye ben onarıyorum, niye ben yeniden yapıyorum? Onun küstahlığı benim sadakatimin üstüne bindirilmiş bir yük oluyor?

Sorular, sorular, sorular… Beynim karıncalanıyor. Aklım karışıyor. Hafızamı boşaltmak istiyorum. Bana öğretilen her şeyi, devletin kutsallığını, adaletin üstünlüğünü, herkesin kanunlar ve devlet karşısında eşitliğini, kısacası her şeyi kusup atmak istiyorum hafızamdan.

Hangisi doğru, öğrendiklerim mi gördüklerim mi? Dün eşkıya şehre inemiyordu bugün güzel ülkemin bir bölgesinde asker kışlasından çıkamıyor, polis hendekleri geçip de fiili özerklik ilan edilmiş mahallelere giremiyor. Dünün öğretilen gerçeği ile bugünün yaşanılan ve yaşatılan gerçeğinden hangisi doğru?

Sadece elektrik midir çalınan? Makamlar, mevkiler, işler ve istikballer de çalınmıyor mu acaba o yörelerde? Yıllar önce önemli bir bilim adamı “o yörelerden gelen öğrencilerin üniversitelerdeki seviyeyi düşürdüğünü” söyleyerek hangi sınavlara dikkat çekmişti acaba, ya da KPSS sınav sonuçları nasıl yansımıştı basına, hatırlar mısınız? Var mısınız şöyle bir geriye doğru gidip lise, üniversite ve kamu personeli giriş sınavlarını illere göre şöyle etraflıca araştırmaya?

Ya da o yöre nüfusuna kayıtlı insanların öteki yörelerde aldıkları ihalelerle öteki yöre insanlarının o yörelerde aldıkları ya da alamadıkları, girdikleri ya da giremedikleri kamu ihalelerini karşılaştırmaya?

Of ki of… Bir dokunup bin ah işitmek bu olsa gerek. Nereden girmiştik yazıya nerelere geldik. Ne bir imtiyaz talebidir bu yazı ne de bir ayrılık tohumudur. Sadece ve sadece “tek devlet, tek millet, tek vatan ve tek bayrak” söyleminin eşit vatandaşlık ve herkes için uygulanan tek bir hukukla bütünleştirilmesi gereğinin dile getirilişidir. Gerçekleşmesi giderek zorlaşan bir hayal de olsa güzel bir rüyadır ve o rüyanın dışa yansımasıdır.