2017'nin son gününde yaygın basında yer alan bir haber çok önemli olmasına rağmen gözlerden kaçtı. Bir gazetenin haberi ertesi gün bir iki gazete tarafından alıntılandı, hepsi bu. Ne siyasilerin gündemine girdi ne de köşe yazarlarının sütunlarında yer bulabildi.
Karar Gazetesinin haberine göre Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin 'Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verme girişimi' başarısız olmuş. 'Vatandaşlık için davet edilen sığınmacıların, kalacak yer sorunu ve kendilerine sağlanan yardımların kesileceğinden endişe duydukları için vatandaşlığa geçin teklifini geri çevirdiği öğrenilmiş.'
Sığınmacı olmanın vatandaş olmaktan daha imtiyazlı olduğunu duymak hem şaşırtıcı hem de üzücü. Hele de o geri çevrilen vatandaşlık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşlığı ise, kendisini bu millete mensup ve bu devlete bağlı hissedip de yanmayan yüreğe ben yürek mi derim?
Dahası da var; habere göre kaçak yollardan Avrupa'ya geçen Suriyeliler yine gittikleri yollardan ve gittikleri şekilde kaçak olarak Türkiye'ye dönüyorlarmış. Bu haberin kaynağı da Suriyeli Mülteciler Dayanışma Deneği Başkanı Muhammet Salih Ali imiş.
Bu, işin bir yanı ya da başka bir ifadeyle madalyonun bir yüzü, bir de öbür yanı var işin, ya da madalyonun öbür yüzü, o daha acı. Batıya gitme, bir Batı ülkesine yerleşme ya da biraz acı olacak ama daha net bir ifadeyle söylemek gerekirse ülkeden kaçış telaşı. Hem de okumuşların, diploma ve meslek sahibi olanların gidişi, gitmek istemesi ve şartları zorlaması. Bu topraklarda doğup büyüyen, bu milletin okuttuğu, yetiştirdiği ve Batılılardan daha çok ihtiyaç duyduğu insanların, doğup büyüdükleri vatanlarını terk etmesindeki acı ne büyük acıdır. Hem terk eden açısından hem de terk edilen açısından.
Ben sadece basına yansıyan haberlerden ya da söylentilerden hareketle yazmıyorum bu son bölümü, şahit olduğum konuşmalardan, girişimlerden kaynaklanıyor üzüntüm. Vatan ve millet sevgilerinden zerrece şüphe etmediğim insanlardan duyuyorum evlatlarının yurt dışında iş ve yerleşme çabası içinde olduklarını. Sevinerek, gururlanarak anlatmıyorlar yaşananları, tam tersine acı çekerek ve kahrolarak anlatıyorlar çaresizliklerini.
Haklı ve ya haksız olabilirler ama ülkede bazı insanlar böylesine bir arayışa girmişlerse orada mutlaka giderilmesi gereken bir büyük moral sorun vardır. Bunu gidermek öncelikle bizi yöneten ve yönetmeye talip olan siyasi kadroların görevidir. Şu veya bu parti ayırmadan hepsinin bir araya gelmesi ve bu umutsuzluk bulutlarını süratle dağıtması gerekmektedir. Bu ülkenin kaybedecek ne bir ferdi ne de bir saniyesi vardır. Çember giderek daralıyor, Atlas Okyanusu'ndan Pasifik'e uzanan İslam Dünyası'ndaki 'sınırların yeniden çizilmesi' için Tunus'ta yakılan ateşi ancak zamanında yapılacak milli bir işbirliği ve akılcı bir politika ile söndürebiliriz. Geç kalmaktan korkarım.