Otomasyonun her geçen gün daha fazla sektörde ve meslekte kendini yoğun biçimde hissettirmesi, özellikle de öğrenebilen ve kendi kendini geliştirebilen yapay zeka sistemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte hemen tüm insan işlerinin otomatize edilebileceğinin farkına varılmaya başlaması, ekonomi bilimi ve felsefesiyle ilgilenen pek çok beynin bu konuya yoğunlaşmasına sebebiyet vermiştir. İşsiz bir dünya düşüncesi, temelinde insanların çalışarak gelir elde etmesi olgusunun yattığı tüm ekonomik tarihin belki de en çarpıcı ve şaşırtıcı düşüncesi olduğundan, bu kadar çok sayıda düşünürün aynı konuda kafa yorması normal olsa gerektir. İşler giderek insansızlaşır ve insanlara açılan yeni iş alanları giderek azalırken küresel kitle ekonomisini ayakta tutmanın nasıl mümkün olabileceği hususunda üç temel görüş öne çıkmaktadır.
Birincisi 'anti-otomasyoncu görüş' olarak bilinir ve daha fazla otomasyona dur demek anlamına gelir. Anti-otomasyoncu düşünürler, çoğu işin insandan tamamen arındırılıp otomasyona devredilmesi mümkün olsa bile bunun yapılmaması veya geçiş süreçlerinin olabildiğince yavaşlatılması gerektiğini savunmaktadırlar. Elbette bu düşünceyi hayata geçirebilmenin imkansızlık derecesine varan zorluğunu idrak etmek kolaydır. Serbest piyasaya ve rekabete dayalı günümüzün baskın ekonomi modelinde, işletmelerin istihdam politikalarına yukarıdan müdahalelerde bulunmanın uygulanabilirliği şüpheli, sonuçları ise belirsizdir. Ayrıca tüm dünya ülkelerini ve tüm şirketleri aynı anda bağlayacak hukuki düzenlemeler yapmaya, belli bir konuda yasaklar getirmeye, ekonomik bir yaklaşımı dünyanın tamamına dayatmaya muktedir herhangi bir evrensel organ mevcut değildir. Durum böyle olunca, çok sayıda ülkenin aralarında anlaşıp belirlenen sektörlerde otomasyonu yavaşlatma, durdurma yahut geriletme kararı almaları dahi, elle tutulur bir sonuç vermeyecektir. Otomasyona yatırım yapmaya devam eden ve böylece ürünleri/hizmetleri çok daha hızlı, ucuz ve kusursuz şekilde pazara sunmayı başaran bazı ülkeler ile şirketler var olmaya devam ettikçe, rekabet süreci ibreyi en nihayetinde yine kaçınılmaz olarak otomasyona döndürecektir.
İkinci yaklaşım, otomasyonun işleri yutma hızından daha hızlı şekilde yeni işler ve meslekler yaratabilmenin yollarını aramaya odaklanır. Buna göre, otomasyonun insanlardan alarak makinelere verdiği her bir iş karşılığında, makinelerin yapamayıp sadece insanların yapabileceği yeni bir -hatta dünya nüfusundaki artıştan dolayı birkaç- iş yaratılabilmeli ve böylece otomasyonun işsizliği artırmasına asla izin verilmemelidir. Fakat bu yaklaşımın da bir bakıma ölü doğmuş bir yaklaşım biçimi olduğu ortadadır. Nitekim günümüzde bile otomasyona devredilen işler karşısında insanlar için yaratılan yeni işlerin oranı azalma eğilimindedir ve pastanın giderek daha da küçülen bir dilimini teşkil etmektedir. Yapay zeka, robotik, üç boyutlu baskı, nanoteknoloji ve bilgi teknolojileri gibi alanlarda hızlanarak devam eden gelişmelerin yakın gelecekte daha fazla iş alanında insanları gereksiz hale getireceğine de kesin gözüyle bakılabilir. Üstelik geçen haftalarda da değindiğim üzere, mevcut dönüşüm dalgasının tarihteki dönüşümlerden çok önemli bir farkı vardır. Artık işleri insanlardan devralan otonom sistemler, sanayi çağının ilk evrelerinde olduğu gibi tamamen akılsız dikiş makineleri ya da buharlı silindirler değildir. Çağımız, öğrenen, karar alan, plan yapan ve karşılıklı etkileşim kurabilen akıllı makineler çağıdır. Böyle bir çağda, sadece şimdilik bilinen işler değil, insanlar için yaratılacak hemen her yeni iş de kısa sürede otomasyon tarafından yutulmaya mahkumdur.
Üçüncü çözüm önerisi ise, hemen tüm işlerin ve mesleklerin peyderpey otomatize edilebileceği gerçeğini kabul edip, gerekli yasal, politik ve ekonomik hazırlıkları bir an evvel yapmaya başlamak suretiyle büyük ölçüde işsiz bir dünyaya hazırlanmaktır. Fütüristler ve ekonomistler arasında ağırlıklı olarak benimsenen yaklaşımın bu üçüncü yaklaşım olduğunu belirtmekte fayda vardır. 'Kalıcı teknolojik işsizlik' konusunu gerçekçi ve soğukkanlı bir biçimde kabullenip ele almakta erken davranan ülkeler, hiç şüphesiz gelecekte avantajlı konumda olacaklardır.
Peki işsiz bir dünyaya hazırlanmak ne anlama gelir? En basit açıklamasıyla, işler kaybolurken gelirlerin de kaybolmasını bir şekilde önlemektir. Bunu sağlamak için en çok konuşulan olası çözüm ise 'evrensel temel gelir' başlığı altında toplanan yeni bir ekonomik kavramlar, kurumlar ve yapılar paketidir. Hem ulus-devletlere ve hem de şirketlere önemli sorumluluklar yükleyecek olan bu yeni olguyu konuşmaya haftaya devam edelim.