n

n
n “Ülkemizdeki puslu ortam, bir yandan siyasi, sosyal ve etik bunalımı beslerken; diğer yandan marazi ve sapkın bir anlayışla Türk düşmanlığı zemininde buluşanların ölçüsüz taleplerle ortaya dökülmesine yol açmaktadır. Yeni Haçlılığın kanlı araçları olan EOKA, ASALA ve PKK gibi örgütlerin lobilerine dayananlar adeta kamu yetkileri kullanmaktadır. Türkiye, sanki bir savaşı kaybetmiş, Türk milleti sanki kayıtsız şartsız teslim olmuş, Türk Devleti sanki yeniden kuruluyormuş gibi Anayasa taslaklarının propagandası yapılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın kayıtsız şartsız teslim olan mağlupları Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar bile bu kadar ahlaksız tekliflere muhatap kılınmadılar. Galipler, yendikleri hem de insanlık dışı ırkçı uygulamalarla suçladıkları Almanların, İtalyanların ve Japonların milli adlarını anayasadan çıkarmalarını istemek cüretini gösteremediler.”
n
n
n
n Bu “zehir zemberek” sözler benim değil; bir eski milletvekilinin. Ben onu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başladığım yıl tanıdım. Öğrenci derneği seçimleri vardı. Rasim Cinisliler, Ahmet İyioldular, İsmail Kahramanlarla birlikte Hür Hukuklular Grubu’nun liderlerindendi. O grupta Cemil Çiçek’ten Taha Akyol’a, Özer Mancılıkçılar’dan Atilla Kılıçoğlu’na, Faruk Yücel’den Yusuf Uğurlu’ya, Necati Bulutay’a kadar kimler yoktu ki. Oldukça yakışıklı, son derece şık ve aynı zamanda cerbezeli bir hatipti. Hukuku bitirdi, tahmin edildiği ve beklendiği gibi siyasete girdi, Adalet Partisi’nden Denizli Milletvekili seçildi, dört dönem milletvekili oldu. TBMM Başkanvekilliği yaptı. Türk Parlamenterler Birliği’nin onursal başkanıdır. O Hasan Korkmazcan’dır.
n
n Hasan Korkmazcan geçenlerde TBMM üyelerine bir mektup göndermiş. Mektubu köşesine alan Yeniçağ yazarı Ahmet Takan “zehir zemberek tanımlaması hafif kalır” diyor. Ben bu mektuba “son uyarı” ya da “milli vicdanın isyanı” diyorum.
n
n
n
n Mektubunda “Gerçekleri örtmekte sınır tanımayanlar Osmanlı Devleti nin yapısı ve kimliği hakkında da tarihi inkar etmektedirler, Osmanlı Devleti Âlîyesi kadim Asya imparatorluklarının ve Selçukluların devamı olarak milli, merkezi ve üniter bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir” diyen Sayın Korkmazcan ilk anayasamız olan 1876 Anayasası’ndan çarpıcı örnekler veriyor.
n
n
n
n “1876 Anayasasının Osmanlı kimliğini esas alan hükümleri içinde madde 18 “Hidamatı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmek şarttır” ibaresi yer almaktadır.
n
n
n
n Aynı şekilde 57’nci maddede “Heyetlerin (heyet-i ayan ve heyet-i mebusan) müzakeratı lisan-ı Türki üzere cereyan eder” hükmü yer almaktadır. 68’inci maddede “Osmanlı tebası olmayan, ecnebi hizmetinde olan ve Türkçe bilmeyenlerin” heyetlere seçilemeyeceği hükme bağlanmış, yeniden aday olabilmek için “Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak şart olacaktır” hükmü yer almıştır.”
n
n
n
n Bu anayasayı şimdilerde kendilerine “Yeni Osmanlı” sıfatını yakıştıranların “şahsiyetine, siyasetine ve ideallerine bağlı olduklarını” tekrarlamaktan pek haz duydukları Sultan II. Abdülhamit’in hazırlattığı ve yürürlüğe koyduğu unutulmasın.
n
n
n
n Şu satırlar da o mektuptan: “Batı’da bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk milliyetçiliğini ırkçılıkla suçlamak, bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri eksilterek, hadislere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez. Olsa olsa sahiplerini kutsalın tahrifçisi yapar”
n
n
n
n Mektup baştan sona muhteşem ama bir son paragrafı var ki, hem son bir uyarı hem de tarihe düşülen bir not, aynen şöyle: “Sayın Milletvekili, Milletimiz, kaygı ile izlediği ve bilinç ile kaydettiği her türlü hukuksuzluğun hesabını elbette soracak kararlılığa sahiptir. Milletteki kaygının temel sebeplerinden biri, kendi hukuk dışı konumları tescillenenlerin TBMM üyelerini de aynı gayrimeşru zemine çekme gayretleridir. Milleti şerefle temsil edenlerin kopamayacakları öncelikli ilke; yeminlerine sadakattir. Bunun yerine getirilmediği süreçte; vatandaşın, millet, ülke ve devletine sadakati devreye girer.”
n
n
n
n Uzun zamandır hasret kaldığımız bir söz “millet, ülke ve devlete sadakat” sözü. Bu millet “ülkesine, devletine ve milletine olan sadakat borcunu” tarihinin her devresinde yerine getirmiş olmanın yüz akıyla yaşamaktadır. O yüz, hep ak kalacaktır, hiç kararmayacaktır. Bundan dostlar da emin olsun düşmanlar da.
n
n
n
order abortion pill abortion pill where can i buy abortion pills