Ne Türk Milleti ne de onun şanlı ordusu için oyundan öte bir anlamı vardır şu Afrin operasyonunun. Gider, yener ve gelirler; bundan zerrece şüphe etmem, kimsenin de ettiğini sanmam. Sorun cephede değil cephe gerisindedir. Pek fazla umut beslemesem de dilerim ki bu harekat içeride milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında etkili olur.
Böyle anlarda zordur yazmak. Cepheden yüzlerce kilometre öteden cepheyi yazmak ya da asker cephede ateş altında ölüm kalım mücadelesi verirken cephe gerisinde günlük siyasetin kısır çekişmelerine kalem oynatmak da bizim yapacağımız iş değil. Hiç olmazsa belli bir süre hem yazmak hem de sınır ötesinde bir savaş yaşanırken yanlışa düşmemek ya da bu milli soruna ilgisiz kalmamak! Masallardaki 'Kırk satır mı kırk katır mı?' sorusu böyle bir şey miydi acaba?
Belki de uzun zamandır ihmal ettiğimiz Samsun'a ve Samsun'un sorunlarına, hedeflerine dönmek en doğrusu. Gerçi buraya döndüğümüzde çoğu da dostumuz olan, sevdiğimiz ve saydığımız kimi bürokrat ve siyasetçileri de üzmek, hatta istemeden ve bilmeden de olsa kırmak riski var. Ama gazetecilik de böyle bir şey. Halkın yararı ve hakkın teslimi ile dostların hatırı arasında kalındığında, üzülme ve üzme pahasına da olsa halkın ve hakkın yanında yer almaktır, alabilmektir.
Estetik adına güzel şeyler oluyor bu kentte, kentin belli noktaları güzelleşiyor. Eleştirmek de savunmak da aynı ölçüde mümkün. Kendimize, evimize hatta bahçemize gösterdiğimiz özeni kentimize de göstermemizden daha doğal ne olabilir ki? Ölçüsü ve önceliği daima tartışma konusu olmakla birlikte kentin çehresinin hem belediye hizmetleri hem de bina estetiği anlamında değiştiğini kabul etmek gerekir.
Fakat bir başka gerçeği de gözden kaçırmadan. O da kentin giderek betonlaştığı gerçeği. Betonun grisi tabiatın yeşilini katlediyor. Bir taraftan büyük masraflarla deniz kıyısında ve ana yol güzergahlarında ağaçlandırmalar yapılırken öbür taraftan bulunan her boş arsanın ranta ve rantın en temel göstergesi olan demirle çimentoya teslim edilmesi ne garip. Yapılaşmaya karşı çıkmak mümkün değil ama bu belli bir planlama çerçevesinde yürütülemez mi? Bu hızla gidilirse, korkarım ki, kent merkezindeki son bir iki park ve kamusal alandaki yeşili de kaybedeceğiz.
Acaba, sorun, bunca zaman geçmesine rağmen hala kentli ama daha da önemlisi Samsunlu olamayışımızda mı? Kentli olmak, kentte yaşamaktan çok başka bir şey olsa gerek. En azından kente saygı göstermektir, çöpünü kentin sokağına, meydanına atmamak, balgamını 'hak tu' diyerek ve herkesin gözü önünde kentin caddesine, kaldırıma boşaltmamaktır. Toplu taşıma araçlarında bacakları ayırabildiği kadar ayırıp sağındaki solundaki kadınları bir köşeye sıkıştırmamaktır. Ya da daha onlarca adabı muaşeret kurallını umursamadan çiğnememektir.
Biz kentli olamadığımız gibi galiba 'Samsunlu' da olamadık. Hala her birimiz doğduğumuz yerle tanımlıyoruz kendimizi. Hemen hepimiz 'Samsun'da yaşayan şura ya da buralı' oluyoruz ama bir tülü 'şura ya da bura doğumlu Samsunlu' olamıyoruz. Niye ki? İnsanın, doğduğu toprağa, anılarına ve yakınlarına bağlılığı alkışlanacak bir erdemdir ama en az onun kadar da, yaşadığı, doyduğu ve dostlukları paylaştığı kente saygı duyması ve sadakatle bağlanması gerekmez mi? 'Samsunluyuz' dediğimiz, diyebildiğimiz gün birbirimize ve kentimize daha şuurlu ve daha kuvvetli sahip çıkma şuuruna ermiş olacağız.
Bu kent çoğumuzun doğduğu kent olmasa da yaşadığı ve muhtemelen ebedi uykusunu uyuyacağı kenttir. Yaşarken mezar yapmayalım bu güzel kenti kendimize.