n

n
n İki 26 Ağustos var. İlki 26 Ağustos 1071; Türkün Anadolu’ya ebedi girişinin hücceti. İkincisi 26 Ağustos 1922; Türkün Anadolu’da ebediyete dek kalacağının kanla canla yazılan ilamı. İkisi de kutlu olsun.
n
n
n
n Malazgirt’ten çok öncedir bizim Anadolu’ya gelişimiz, Anadolu’yu yurt tutuşumuz. Artık -bazı Batılılar itirafa henüz yanaşmasa da- birçok çevrede kabul gören bir gerçekliktir, Sümerler, Türktür ve tarih Sümerlerle başlar. Şu üzerinde yaşadığımız Karadeniz coğrafyasının, şu güzel kentimiz Samsun’un ilk sakinleri/ilk hakimleri Gaşgalar, ikinci sakinleri Kimmerler, üçüncü sakinleri ise İskitlerdir. Gaşgaların menşei hakkında henüz yeterli bilgiler yoktur ama Kimmerlerin Ortaasya kökenleri, İskitlerin ise Türklüğü tartışılmıyor. Her yeni bulgu, Kimmerlerin Türklüğü tezini biraz daha kuvvetlendiriyor.
n
n
n
n Malazgirt’ten çok önce Ak Hunlar bu topraklardan geçti, Kıpçaklar Karadeniz’e vurdu Türk mührünü. Malazgirt geliş değildir, asırlar önce başlayan gelişlerin bütünleşmesi, kalıcılaşması ve cihana ilanıdır.
n
n
n
n Rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ne güzel anlatır o gelişi Malazgirt Destanı şiirinde. “Aylardan ağustos, günlerden cuma/ Gün doğmadan evvel iklim-i Ruma/ Bozkurtlar ordusu geçti hücuma/ Yeni bir şevk ile gürledi gökler/ Ya Allah… Bismillah… Allahuekber…”
n
n
n
n 1071 bizim için Anadolu’ya kalmak üzere gelişin hüccetidir ama Batı için de Şark Meselesi nin başlangıcıdır. Kalbine sokulan Türkün hançerini çıkarmak ve o hançeri tutan eli kırıp sahibini geldiği yere, Ortaasya steplerine geri göndermek! Haçlı Seferleri o hayalle başlar, Frenk, Cermen, Sakson, Helen, Latin, Leh, Sırp ve daha kim varsa onun için çıkar papanın fetvasıyla yola. Haçlı Seferleri “Hilal’le Salip’in” kavgasıdır derler; doğrudur ama noksandır. Salip’in arkasında Hristiyan dünyası bütün unsurlarıyla vardır ama Hilal’i tutan el sadece Türkün elidir. Akan kan Türkün kanıdır. Üzülmüş falan değiliz o kan ve Yunus Emre’nin ifadesiyle “gök ekin gibi” biçilen canlara, gururu iki dünyada da yeter bize. Sadece Türkün hakkını ve yerini belirlemek içindir bu vurgu.
n
n
n
n Batı, bunun olmayacağını ilkin 1176’da kabul zorunda kalır ve imza altına alır. Selçuklu Sultanı II. Kılıçaslan, Kutsal Roma İmparatorluğu, Macaristan Krallığı ve Bizans İmparatorluğu ordularını Denizli/Çivril’deki Miryokefalon’da hezimete uğratır. İmzalanan anlaşma Türkün Anadolu’da kalacağının Haçlılar tarafından da kabulüdür.
n
n
n
n Batının Türkün Anadolu’dan çıkarılamayacağını bir kere anlaması ve çaresiz kabullenmesi için aradan bir 750 yıl geçmesi gerekti. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda “kolları arasındaki Hasta Adam ın öldüğü” vehmine kapılan Batılılar Türk ordusunun 26 Ağustos 1922’deki saldırısı karşısında mağlubiyeti bir kere daha tadacaktır. Herhangi bir ordunun altı ayda aşamayacağını sandıkları istihkamları Mehmetçikler dört günde aşmışlardır.
n
n
n
n Akıncılarımızın Malazgirt’ten Marmara’ya ulaşması sadece altı ay sürmüştü. İznik’i başkent yapmamız içinse hepi topu beş yıl yetmişti. Süvarilerimizin Yunan istihkamlarını atladıktan sonra İzmir’e ulaşmaları da sadece dokuz günümüzü aldı. Bir zamanlar Azerbaycan’a giren Türk orduları için bestelenen marş, artık küçük bir değişikle Batı Cephesi’nin muzaffer süvarileri için söylenmektedir:
n
n “İzmir’in dağlarında çiçekler açar/ Altın güneş orda sırmalar saçar/ Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar/ Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa/ Adın yazılacak mücevher taşa/ İzmir’in dağlarına bomba koydular/ Türkün sancağını öne koydular/ Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular/ Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa/ Adın yazılacak mücevher taşa.”
n
n
n
n Uzundur marş, tamamını yazmayacağım ama şu bölümü de almadan edemeyeceğim: “İzmir’in dağlarında oturup kaldım/ Şehit olanları deftere yazdım/ Yetim yavruları bağrıma bastım/ Kader böyle imiş ey garip ana/ Kanım feda olsun güzel vatana…” Alın İzmir dağlarını Cudi, Amanos ya da bilmem ne dağları yapın ve düşünün ve gereğini yapın ya da bir daha ağlayın.
n
n
n
n Zafer Haftası, Türk Ordusuna, Türk Devletine ve Büyük Türk Milletine kutlu olsun. Allah bir daha bizi öyle bir zafer kazanmak mecburiyetinde bırakmasın. Ama tarih şunu bilsin ve dost(!) düşman herkes şuna inansın ki gerekirse yazmaktan da asla geri durmayız ve de hiç kimse bizi bundan alıkoyamaz. Ne güzel söylemiş Atsız Hoca: “Çökse gök, yansa kül olsa dört yan/ Yüce dileğe doğru yürürüz yayan/ Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan/ Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz…”
n