Çoğu gitti azı kaldı. Akşama sabaha derken 31 Mart'ta gelip geçecek ve biz bu ülkenin ve bu kentin gerçek gündemiyle karşı karşıya kalacağız.
Uzun zamandır seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz. Adayların plan ve programlarından, projelerinden çok kimlikleri ve nereden geldikleriyle uğraşıyoruz. Bizi nereye götüreceğine/götürebileceğine pek baktığımız yok. Halbuki asıl bakmamız gereken de nereden geldiği değil, bu kenti nereye taşıyacağı ya da taşıyıp taşıyamayacağı olsa gerek.
Bir zamanların oldukça gelişmiş ve son derece neşeli insanlara yataklık yapan bu kentin insanları her geçen gün birbirine biraz daha yabancılaşıyor. Selamın kelamdan önce geldiği bir medeniyetin evlatları olarak artık selam vermekte, selam almakta giderek daha da zorlanıyoruz. Şükrün yerini sanki isyan almış gibi.
Allah'ın çok az coğrafyaya nasip ettiği bereketli bir toprağımız var ama ne yazık ki yeterince değerlendiremiyoruz. Bir zamanlar doğusunun ve güneyinin en önemli tedarik ve ticaret merkezi olan Sakarya Caddesi ve yan caddelerde, sokaklar giderek daha bir tenhalaşıyor.
Bunlar bu kentin acı veren ama her zaman tersine çevrilebilecek gerçekleri. Ne yazık ki sanayileşme hamlesinde geç kaldık. Hem biraz geç başladık hem de galiba tahsislerde yeterince hassas davranmadık, davranamadık ve treni kaçırdık. Kaçan tren yakalanmaz mı? Niye yakalanmasın? Elbet yakalanır; yeter ki gerçeğimizi kabullenelim ve yeter ki yeniden derlenip toparlanalım.
Bu kent sanayi ile tarım arasında sadece birini seçmeye mahkûm değildir, olmamalıdır. Doğru planlama ile her ikisi de mümkündür. Bunun için de 31 Mart'ın sonuçları ne olursa olsun 1 Nisan'da kentin bütün kanaat önderlerinin bir araya gelmesi ve tüm dinamikleri aynı hedefe yöneltmesi yeterlidir.